Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Bire Dört Kala
Yazı Yaz
1059
5726
Şiir
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
11.6.2014
0 yorum
1178
okuma
Bugün , tam bire dört kala. Hikayemizin konusu , doğru insanlar , doğru yer ancak yanlış zaman. Yanlış zaman demişken , haddinden fazla erken demek istiyorum. Başrollerde , kendini aşkına en ufak sevgi hücrelerine kadar adamış yalnızlıklar ülkesinin prensi olan bir adam ve yapısı ona aşık herkese ayrılık şarkıları dinletmeyi seven ve üzen güzeller güzeli bir kız. Yıllar geçse bile üzerinden unutulmayacak anıların hükmettiği kalpleri ve bedenlerine söz geçiremedikleri hikaye. Tıpkı Apollo ve Daphne'nin hikayesi gibi. Adam sevdi , özledi , peşinden koştu , üzmedi , bekledi , kız ; hain birinin okuna hedef oldu ve her nefesinde mutlu olabilecekken , hayatta elde edebileceği tek mutluluktan uzağa kaçadurdu. Nedendir bilinmez , ne adam ne de kız yoruldu. Kız kaçtı ve adam kovaladı. En son kız kaçamayacağını anladı ve tam pes edip de adamın kollarına düşecekken birden yok oldu. Artık orada değildi. Nasıl ki Apollo tam Daphne'yi yakalayacakken , Daphne defne çiçeği oldu , kız tam adamın kollarına dökülecekken bir anda sonbaharın savurduğu yapraklardan arta kalan toz oldu. Sonbahar yeşiliydi gözleri. Kış rüzgarları kadar sıcak kaldı kalbinde gülüşü , yaz kadar soğuktu beklettiği geceler. Bahar kadar narin , hazan kadar belirsizdi yaptıkları. Bembeyaz bir duvara çarpan eşsiz bir tuval gibiydi. Duvarın tek güzelliğiydi resmi. İsmi en kötü , en karanlık , en çıkmaz geceleri bile iyiliğin aydınlığına kavuştururdu. Zor alınan her nefesin dermanı , her hüznün gözyaşı , her gecenin şafağıydı. Adamın baktığı her yerde , her şeyde bir parçası vardı. Sanki tüm dünya onun iyiliğinden , güzelliğinden , gözlerinden doğmuş da bugünlere gelmiş gibiydi. Onsuz en sıcak geceler bile soğuktu. En güneşli günler anlamsız , en mutlu günler amaçsızdı. Fakat o varken kışlar asla üşütmezdi adamın ellerini , yağmurlar onunla güzeldi beraber ıslanırken , yorgun günler onunla renk bulurdu yeniden. Gidilen her yerin geriye dönüş adresiydi adam için. Tüm iyiliklerin , tüm güzelliklerin merkeziydi. Adam dünyaydı , kız ise güneş. Pervane olurdu etrafında soluksuzca. Adam gündönendi , kız güneş. Ondan başkasını görmek istemezdi gözleri. Adam boş araziler, kız yağmur gibiydi. Adamın her zerresine , en içten , en derin yerlerine dokundu. Sonra birden her şeyde bir gariplik başladı. Artık o topraklara yağmur yağmıyordu. Gece olmuştu birden ve günlerdir güneş doğmuyordu. Gündönenin boynu nereye bakacağını bilmediğinden bükülmüştü zamanla. Ne kadar beklediyse de , o gözlere bir kez daha kaybolup , orada unutamamıştı kendini. İyilikler ve güzellikler eski bir kitaptaki masallardan ibaretti. Ne bir kuş sesi , ne de rüzgarın salladığı dallar vardı geride. Ne gidilecek yer vardı ne de dönülecek adres geride. Adamın tek yapabildiği , siyah beyaz bir filmde hayata tutunmaya çalışmaktı , başaramadı. O kadar boşluğun içinde tek başına renkleri temsil etmek zordu tutunacak birileri yokken. Baharın getirdiklerini , sonbaharın ellerinden alması gibiydi zaman , soldurdu renkleri ister istemez. Zaman bile ilk defa geriye dönememekten lanet etmişti. O bile , sadece ileriye doğru yürümekten yorulmuş ve bıkmış , geriye dönecek bir yol olup olmadığından şüpheli , hiç olmazsa bir bakış , bir görüntü bile bulamayacağından endişe etmeye başlamıştı. Siyah perdeler derinlerdeki evin her zerresini , her köşesini karartıyordu. Bu evden gitmeli , gidebilmeliydi ama olmuyordu. Sebebi gelecekte saklıydı. Bu eve gelinlikle girecekti o kız , bu evde yaşayacak mutlu olacaklardı beraber. Tıpkı defalarca hayal ettikleri gibi , deniz kenarında olacaktı evleri şu an olduğu gibi. Çocukları olacaktı. Diğer çocukların aksine , uysal , şirin ve sevimli. Yaramazlık onların huyları arasında olmayacaktı. Anne ve babaları onlara sevginin değerini ve sevmeyi öğreteceklerdi. Oğulları , babasına nasıl annesiyle tanıştıklarını sorduğunda anlatılacak ve dinlenecek uzun hikayeler başlayacaktı dudaklardan kalplere dökülmeye. Oğulları , babasının çabalarını , maceralarını dinledikçe onu yavaş yavaş kalbindeki kahramanı ilan edecek , annesinin kendini bir anda teslim etmeyişine de sonsuz saygılarını feda edecekti. Küçük kızlarına pembe kıyafetler alacak ve ona yürümeyi öğretecekleri zamanla. Kızları gülümsediğinde herkes hayran kalacaktı o gülüşe. Herkes beraberliklerinin ilk anlarından son anlarına kadar onlara imrenecekti. Çift herkesin kuzey yıldızı , herkesin gözdesi olacaktı. Güzel ve şirin evlerinde beraber yaşayacak ve yaşlanacaklardı , olmadı. Tüm gelecek bir günde değişmeye mecbur kaldı. Her şey , adamın gözlerinin önünde teker teker canlandıkları gibi yıkılıyordu. Adam durdurmak istese de durduramıyordu. Evleri yıkılamazdı , çocuklar hiç olmamış gibi silinemezlerdi. Beraber çekinecekeri fotoğraflar artık yerinde değildi , onlara ait olup da onları anlatacak şarkı hiç olmayacaktı. Adamın damatlığı , kızın gelinliği an be an yok oluyordu. Olmayan düğünlerindeki ilk dansı onlar açmıyordu artık. Bir şeyler kan revan içinde sökülüyordu adamın içindeki saklı derinliklerden ve acıtmaktan da çekinmiyordu. Kızın narin ellerinin dokunduğu her yer varlığını reddediyor ve kurtuluyorlardı ondan arta kalanlardan. Kendi kendini durduramıyordu ve kalanlar gözlerinden atılıyordu damla damla. Önce yanakları ıslandı usulca, sonra sayamadığı kadar gözyaşının dalıp gittiği yere döküldüğünü hissetti. Uzun zamandır ağlayamadığından , ağlamanın bile nasıl bir his olduğunu unutan adam , çocukken düşüp dizini vurmuşçasına ağlıyordu. Halen içinde bunca gideni durdurabilecek bir şeyler olduğunu hissediyordu ancak bunları bulamıyordu. Bekli de bulsa ya da bulabilse , her şey düzelecekti. Çabalasa da bulmak için , olmuyordu. Evin tek duyabildiği müzik sesi , adamın arkadaşlarının uzun uzun çaldığı halde kapının açılmasına yardımcı olmayan zildi. Kapının göğsüne çarpıp da yankı bulmayan yumrukların sayısını duvarlar bile bilmiyordu. Çalan telefonların sesleri , adamın beyninde dolanıp duran sohbetlerin ve konuşmaların yanında çaresizce sessizliğe bürünmekten başka bir şey yapamıyordu. Her şey boş ve anlamsızdı sadece. Etrafta nereden geldiği bilinmeyen hüzünlü bir keman melodisi dolanıyordu. Adsız , adressiz , kimsesiz. Tıpkı adam gibi. Sonra keman eşsiz müziği eşliğinde sordu birden , kim olacak bundan sonra sen kimse olmasını istemezken ? Adam sorulan soruya cevap vermedi. Veremedi... Kendi kendisiyle yüzleşecek kadar bile gücü yoktu çünkü. Sustu ve öylece oturdu. İçindeki boşluklar nasıl dolacaktı bu kez ? İçmeli miydi ? Hap mı almalıydı uyuyabilmek için ? Birini arayıp derdini mi anlatmalıydı ? Olmadığı halde birilerinin onu dinlemesine ihtiyacı vardı. Ölmeli miydi ? Evet , belki de ölmeliydi. Ama olmuyordu. Yapamadı. Sevgisi onu hayata mühürlemiş ve öylece bırakmıştı. Sevginin kendisi bile bu kadar zalim olamazdı. Hem ölmek acizlere ve güçsüzlere göreydi. O böyle biri değildi. Güçlü olmak zorundaydı. Onca dert çektiği halde ölmeyip de , aşk acısı için öldüğü duyulsa ne olurdu ? Çok zordu her şey. Beklemek , bekletilmek , dayanmaya çalışmak , ayakta durmak çok zordu. Her şeyi yarıda bırakmaksa daha da zor. Kulaklarında çınlama gibi garip bir uğultu hakimdi. Rüzgar esmediği halde tüylerini diken diken ediyordu. Hafızasına kazınmış ve ezberlenmiş o numaradan bir telefon bekliyordu her an. Gözleri sürekli telefonda , aklı sürekli kafasını meşgul eden sorulardaydı. Baktığı her yerin bu kadar anlamsız olması haddinden fazla saçmaydı. Hiç bir şey bu kadar anlamsız ve gereksiz değildi onun gözünde. Nereye bakması , nereye dalması gerektiğini bile bilmiyordu. Aklındaki ilk soru neydi bilmiyordu ancak kafasını ciddi derecede kurcalayan bir soru vardı. Birini öldürmek mi daha zordu yoksa birini öldürdüğünü bilerek yaşamak mı ? Bu soruya cevap veremiyordu. Neden mi ? Çünkü kendisi kurbandı. Damla merhamet göstermeden öldürülmüştü ve onu öldüren kişi bunun farkındalığıyla yaşamaya devam ediyordu. Her şey etrafında olup biterken adam sadece seyirci kalabiliyordu. Her şey elini uzatsa dokunabileceği bir yerdeydi , duyabildiği , görebildiği bir yerde. Tek sorun zihninden başka bedeninde hükmedebileceği hiç bir yer yoktu. Ne ufacık bir hücre ne de bir zerre kas. Sahip olduğu kendi bedeni bile onu terk etmişti. Herkes ondan kaçıyordu. Adamın aksine her şey uzaklaşıyordu. Bir rus ruleti kurbanından farksızdı. Kendi isteğiyle ölümle oynamış ve sonunda kazanamamıştı. Acı bir yana , hiç bir dokunuşu hissedemiyordu. Etrafındakilere ben burdayım demek istediği halde sesi çıkmıyordu. Bir mimikle bile anlaşamayacak kadar güçsüz ve çaresizdi. Sonra birden her şey karardı. Uyku isteği hiç bu kadar yoğun olmamıştı. Tıpkı gözleri açıkken ölen birinin gözlerini bilinmeyen bir elin kapatması gibiydi. Alnından yüzüne doğru bir şeylerin etki ettiğini , hissetmediği halde garip bir şekilde içgüdüsel olarak biliyordu. Kapkaranlık bir labirentte yolunu bulmak gibiydi kurtuluş. İmkansız olmayabilirdi belki eğer şanslıysa , ancak imkansızdan da taviz vermiyordu. Kafasında , unut , zamana bırak diyen seslerin sahibi olmaması onu korkutmuyordu artık. Sarılacak o kadar çok yara vardı ki , kanamalarına izin vermek daha çok merhametli olurdu. Her baktığı insanda onu görmesi zaten mevzu bahis bile değildi. Her yerde ondan bir parça , bir anı , bir iz , bir kalıntı ya da hatıra bulmak... Anlatamıyordu bile. Kalbinin attığı her anda ya da aldığı her nefeste bilmek , farkında olmak adamı an be an eritiyordu. Normal kendi kendine yanan bir mum gibi değildi yanması ve erimesi , bir şömineye atılmış mum gibiydi ve gittikçe her an aşkın ateşine daha da teslim oluyor ve daha da hızlı eriyordu. Aklı , yüreği , düşünceleri durmadan sokaklara çıkmak , yürümek , koşmak , kaçmak istiyordu. Belki bunları yapsa rahatlayacaktı ama yapamadı. Tüm vaktini onunla geçirdiği halde ona ayıramadığı dakikaları , saatleri , saniyeleri teker teker hesaplıyor ve yas tutuyordu. Daha fazla yanında olup da kıymetini bilemediği için. Sevgiden gözleri bu kadar mı kör olmuştu ki gitmek üzere olduğunu ya da bir şeylerin değiştiğini anlayamadı. Birden yavaş yavaş ıslanmaya başladığını hissetti yanaklarının ancak ağlamıyordu. Bir kaç saniye daha bekledikten sonra fark etti ki , gökyüzü bile onun acısını paylaşmaya çalışıyordu. Belki de kendince sebepleri vardı giderken , kendince sorunları ve soruları. Tek bildiği , merak ettiği her neyse , onun cevabını asla alamayacaktı ve bu da onu ölmekten beter ediyordu. Aşk iki parçadan oluşuyordu , adam ve kız. Tek sorun adam buradaydı ancak kız yoktu. Aşk yarım kalmış ve öylece kaybolmaya yüz tutmuştu. Nerede olduğunu bile bilmiyordu. Her adım attığı şehrin adı "Kayıp" olarak geçiyordu hafızasından. Sebebi yine sorunun içinde gizliydi , bu şehirler tıpkı adam gibi kayıptı. Çünkü kız adamın yüreği gibi onlara da hatıralar bırakmış ancak ardından iz bırakmadan kaybolmuştu. Her şeyin bittiği ya da başladığı bu andan itibaren ne gelenin ne de gidenin faydası olmayacağının farkındaydı. Her şey , herkes onu sorguya çeker gibi zorla üstüne üstüne geliyor ve hiç merhamet göstermiyordu. Hiç sarılmaya ya da onu sevgiyle selamlayan bir ses duymaya bu kadar ihtiyaç duymamıştı. Biri sevgi belirtisi göstermek için olmasa bile tek bir kelime etse , o insana saatlerce sarılıp öylece kalabilirdi. Boşluktaydı ve tutunacak bir dalı yoktu. Uçsuz , sonsuz , dipsiz ve göz alabildiğince garip bir uçurumdan sonsuza düşüyordu. Zaman , mekan ya da hayat yoktu. Hani aynı saatte aynı yerlerden aynı insanlar yürür ve yüzleri artık birbirlerine tanıdık gelmeye başlarlar ya , kızın yüzü adam için öyleydi. Milyarlarca yüz içinden sadece onun eşsiz , benzersiz hali kafasında , baktığı yerde ve gözlerinde yer edinmişti. Önceden tanıdık gelen yüzler şimdi yabancılaşmıştı. Her konuşmaya çalışanı bir yerden tanıyor gibiydi ancak kim olduğunu bilemiyordu. Sanki vatanı olan kızın kalbinden uzaklara sürgün edilmiş ve unutulmuştu orada. Cezası asla bitmeyecek ya da son bulmayacaktı kız gelmeden. En azından o böyle inanıyordu. Yediği yemeklerin , içtiği suyun ya da içkilerin tadı yoktu. Adam , anlamsızlık kelimesinin anlamını an be an hem edebi hem de ebedi bir şekilde yaşıyordu. Zaten bundandır ki kendini bu kadar rahat bir şekilde anlatacak sözcükleri bulabiliyordu. Eğer bir müzik aletiyle aşina olmuş olsaydı , çoktan bir destan ya da bir ayrılık şarkısı yazmış ve yaşatmıştı. Sahi , ne garip şeydi şu mutluluk , gitmişti ve gelmek bilmiyordu. Önceden hiç yalnız bırakmadığı adamın şimdi yüzüne bakmak bir yana , bir haber bile vermiyordu gittiği yerden geçmişine. Sade , yalın , haddinden fazla normal bir şimdiki zaman yaşanıyordu geçmişin gölgesinde. Hayaller , hatıralar , umutlar , gözyaşları , yaşanmışlıklar , tecrübeler , hepsi yıpranmış ve eskimeye yüz tutmuş ancak anlam dolu eski bir tablo gibiydi. Pahabiçilmezdi ve anlatmaya yetecek kelimeler yoktu. Garipti ancak umutsuzluğa kapılması gereken yerde sürekli onu ayakta tutan şeyler , onu terk etmemiş ve vazgeçmemişti. Yürüdüğü uzun ve boş yolun ilerisinde artık küçük evler ve yaşam belirtileri vardı adeta. Adım adım , boşluktan , yalnızlıktan ve karamsarlıktan iyiliğe doğru yol alıyordu. İlk kez ne bulacağını umursamadan ileriye doğru koşmak istiyordu. Koşmak ve gidenleri geride bırakmak. Gözlerinin , yanaklarının eteklerine bıraktığı yağmurlar artık yavaş yavaş diniyordu sanki. Garip bir piyano melodisi ve ona eşlik eden kusursuz bir keman. Huzur sadece bir dokunuş ötedeydi adeta. Hani güzel olan her şey bir kapının ardındadır ve oraya varabilseniz her derdinize çare bulabileceksinizdir ya , o kapı oradaydı. Elini uzatıp dokundu , soğuk ve huzur verici hissi , göğsüne dokunan sevgiliyi andırıyordu. Yavaşça saat yönüne çevirdi kapının kolunu , heyecanı gözlerinin parıltısından , teninden , gülüşünden ve yüzünden okunabiliyordu. Kol , ilerlemeye devam etti ve sona dayandı. Kapıyı o kadar anlatılmaz bir şekilde umut dolu açmaya çalışmıştı ki , ne çok hızlı ne de çok yavaştı. Umut dolu bekleyişinin ardından kapı tam isteklerini yerine getirebilecekken , inat etmiş ve açılmamıştı. Kalan umut ve hayalleri , bir kez daha yıkılmış ve kaybolmaya yüz tutmuştu. Sonra birden her şey durdu ve karardı , sadece adam ve kapı aydınlıktı. İki damla gözyaşı döküldü kapının önüne adamın gözlerinden. Gelen beklediği kişi değildi. Onun sesi çok başkaydı. Bir başka münasebetsiz dost umutları yanına alıp onca yolu gelmiş ve adamın kapısının önünde hepsini birer birer kırmıştı. Kapının açılmamasının sebebi buydu. Gelişenler her ne kadar senaryoya uygun olsa da , sonuç beklenmedik ve sürpriz doluydu. Kapı duygularını belli edebilseydi , o bile adamla ağlayabilirdi. Evi adeta onu yuvada tutmak yerine kanatlarına almış ve sarılarak koruyordu. En azından ona halen sarılabilen bu kadar eski ve değerli biri onunla kalmıştı. Her gözyaşını , üzüntüsünü , hatırasını , gülüşünü , yaşanmışlığı paylaşan en eski dostu. Ev çiçekti ve adam onun canında yetişen tomurcuk. Bir kız , gelip o tomurcuğu daha açıp rengini bile göstermeden koparmış ve olduğu yere bırakmıştı sanki hiç dokunmamış gibi. Kimsenin olanları durdurmaması saçmalıktı. Herkes çiçekleri sevmez miydi ? Sevmeliydiler. Nasıl öldürülmesine göz yumdular ? Neden tekrar yaşatmaya çalışmadılar ? Neden dur demediler ve sustular ? Evet , doğru , adamın onlara bir iyiliği dokunmamıştı ama kötülüğü de yoktu ve iyiliği dokunmayacak diye bir seçenek hiç düşünülmemeliydi. Üzüntünün ve her şeyden bunalmanın verdiği ağır duygular yüzünden saçmalıyordu. Ne söylemesi , ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Susmalıydı belki ancak sussa ne değişecekti ? En azıdan yazdığında bir şeyler içinden huzura ulaşabiliyordu. Zordu bitirmek , bitmeyecek bir şeye başlamış ve sürdürmeye çalışıyordu. Uzun zaman ve günler olmuş ancak halen yazıyordu. Öncekiler gibi nefes almak için değil , bu kez susmak için ara veriyordu. Sonsuza kadar kapanacak bir başka sayfa daha mutluluğa açılan. Evet , sanırım doğru cümle buydu. Hikayenin adamı içeren kısmı bitmiş ve sıra kıza gelmişti. Heyecanla beklenen tüm soruların cevapları burdaydı. İyi bir bahanesi mi vardı yoksa sadece gitmek istediği için öylece gitmiş miydi ? Tüm tahminler , tüm düşünceler çeşitli ve sayısızdı. Güzel bir sonu hakeden güzel bir yazıydı. Kız , hayatının ilklerini adamda bulmuş , adama gerçekten sevmeyi , beklemeyi öğretmişti. Hayatı yaşamaya değer bulmanın yollarını anlatmış , adamın mutluluğu olmuştu. Aradan bir kaç gün geçmiş ve tüm hikaye garip bir şekilde bitmeye yüz tutmuştu. O meşhur , kelimelerin anlatmaya yetersiz kalacağı kız gitmiş ve yoktu artık. Gerçek , değerli ve benzersiz hikayeler güzel sonlarla bitmez ve sürekli bir feda edilen olurdu. Bu hikayede güzel bir son yoktu. Her şey kusursuz , benzersiz ve anlatılamaz olabililirdi. Bir feda edilen , bir giden , ve yarım kalanlar vardı bu hikayede. Bir de anlamını sonsuza dek koruyacak , her şeyi daha da pahabiçilmez ve anlam dolu yapacak bir cümle. Cevabı mı ? Yok. Sadece şunu unutmayın , bugün , tam bire dört kala ve artık zaman gördüklerinin ağırlığından ötürü sadece yoruldu.
Eren Kaplan 03/08/2013
Cumartesi
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
1178
Yer
Şiir
11.6.2014
1
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
---
Kaynak
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
Eren Kaplan
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Kuş ve ağaç
Mehmet Zeki Aksoy
1424 okuma
Seni Özledim
Mücahit Doğan
1439 okuma
Acının Rengi
Mücahit Doğan
1424 okuma
SENİ SEVİYORUM
Mücahit Doğan
1856 okuma
BİR ŞEYLER OLACAK YARIN
Ferhat Aygün
1369 okuma
Çocukluğumuz
Mehmet Zeki Aksoy
1782 okuma
Nasıl herşey uzak
Mehmet Zeki Aksoy
1440 okuma
Bir dünya seviyorum gözlerinde
Mehmet Zeki Aksoy
1225 okuma
Her şey tadında bırakılsın
Mehmet Zeki Aksoy
1285 okuma
Ben seni eylül yapraklarına yazamadım
Mehmet Zeki Aksoy
1264 okuma
Sana geldim
Mehmet Zeki Aksoy
1388 okuma
Bahardan gözler
Mehmet Zeki Aksoy
1458 okuma
Seni aramalarım
Mehmet Zeki Aksoy
1323 okuma
İçime Sen Dol...
Mahmut Şengül
1695 okuma
Neredesin EY AŞK!
Murat Bülbül
1388 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi1059/bire-dort-kala
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap