Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Anneanneme...
Yazı Yaz
736
4680
Diğer
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
18.5.2013
2 yorum
1242
okuma
Beni yetiştiren, okutan ve beni “Ben” yapan anneannem Ceyhan YILDIRIM’ın aziz hatırasına…
19 Eylül 1989 Salı…
Bıraktı… Gitti…
Adımı en son söylediğinde Ankara İbn-i Sina Hastanesi’ndeki yatağında yatıyordu. Yanına yaklaştığımda bomboş gözlerle baktı yüzüme. Tanıyamamıştı… “Ben geldim!” diyebilmiştim ancak. Oysa gırtlağımı yırtarcasına bağırmak istemiştim. Bütün Ankara duysun, uyansın istemiştim. Asra bedel birkaç dakikadan sonra “Faruk!” dedi; feri sönmüş gözlerindeki bulutları kovmaya çalışırcasına baktı, baktı… Avuçlarımın arasındaki elini bırakmak istemiyordum. O el ki, kadife misali değerdi saçlarıma, ben dizine baş koyduğumda…
Maziden bir köprü kurduk gözlerimizle, firkate beş kala… Sabahları öyle müşfik bir eda ile çınlardı ki sesi kulaklarımda. Okula gideceğim; biliyorum. Ama çocukça bir naz kaplardı her zerremi; bir türlü çıkmak istemezdim yataktan. O, kahvaltımı hazırlamış hatta ekmeğimi bile ısıtmış olurdu. Ben yerdim; o doyardı… Evden çıktığımda, ben sokağın sonunda kayboluncaya kadar balkonda arkamdan bakardı. Döndüğümde yine balkonda olurdu, sanki sabahtan beri orada bekliyordu beni.
İki şeyi çok severdi: Rabbini ve beni… Bir vakit namazını dahi kaçırdığını görmedim. Her sabah, namazını kıldıktan sonra Kelamullah’a uzanırdı eli ve Mevla’sıyla sohbet ederdi. Namaz kıldığında, hissettirmeden izlerdim kendisini. Beytullah’a yüz döndürüp tekbir aldığında bir heybet, bir asalet kaplardı yüzünü. Onun için zaman ve mekân nihayete erer, bu âleme ait ne varsa hepsine kapısını kapatırdı. Server-i Kâinat Efendimiz’in: “Namaz mü’minin miracıdır!” hadis-i şeriflerinin manasını, bu namazda müşahade ederdim.
Mektep, medrese görmemişti; okuma, yazması yoktu. Fakat ne Lütf-u İlâhi’dir ki, herkesin ondan öğreneceği bir şey muhakkak vardı. Tüm mahallelinin müşkülüne koşardı. Tanıdığı herkesin aşında bir parça tuzu vardı.
Ne de çok sevinmişti ilahiyat fakültesini kazandığımda! Zaten üniversite sınavı sonunda tercihlerim arasına ilahiyat fakültesi yazmamı da o istemişti. Oldum olası diplomat olmayı arzu ederdim. Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kıl payı kaçırmıştım. Bundan mütevellid buruk bir sevinç yaşıyordum. Sınav sonucunu öğrenmek için aldığım gazete elimde olarak eve girdiğimde yüzümdeki burukluğu hissetmiş olacak ki: “Ne oldu? Kazanamadın mı?” diye korkarak sordu. Çaresizlik ve ümit birbirine girmişti sevgi dolu yüreğinde. “Hayır!” dedim, “İlahiyat fakültesini kazandım!”… Tariflere sığmaz bir coşkuyla boynuma sarıldı. Sevinç gözyaşları yanaklarından süzülürken: “İlahiyat okuman için dua ettim hep! Rabbim bunu görmeyi nasip etti ya; ölsem de gözüm arkada kalmaz artık!” diyor, göz pınarlarını doludizgin salıveriyordu.
Bu, onunla birlikte yaşadığımız son sevinçmiş. Birkaç gün sonra aniden yığılıp kaldı odanın ortasına. Telaşla koştum, yerden kaldırdım kendisini. Korkacak bir şey olmadığını, başında bir uğultu duyup bayıldığını söyledi. O durumda bile vakurdu ve hâlâ beni teselli ediyordu. Fıtratının muktezası olarak acziyetten tiksinirdi! Eğer hasta değilse, bir bardak suyu bile benden istemez; nedenini sorduğumda ise işi olduğunu ve o nedenle kalktığını söylerdi. İşler hiç bitmezdi! Ne asalet!..
“Beynine kan gitmiyor. Bizim imkânlarımız kısıtlı. Ankara’ya götürün!” dedi doktorlar. Allah’tan ümit kesilmez dedik ve son ümitle Ankara’ya götürdük. Sağlığına kavuştuğunun hayaliyle Ankara’dan müjde bekledim. Fakat “Başkent” hiç de benden yana değildi… Gelen telefon bütün umutlarımı darmadağın etti. “Durumu ağırlaştı!” dediler. “Kendine geldikçe seni görmek istiyor!” dediler. Dediler, dediler…
Ankara’daydım! Eski otogardan hastaneye yürüdüm. Alacakaranlıkta attığım adımlar hâlâ umuda doğruydu. Dua ediyordum… Hastanenin acil girişine geldim ama ne mümkün içeri girmek? Ziyaret saatini beklemem gerektiğini söylediler. Çaresizlik içinde dışarı çıktım ve bahçede dolaşmaya başladım. Bir adam takıldı gözlerime! Otomobilin çevresinde fır dönüyor, eğiliyor, sağına soluna bakıyordu. İlgimi çekti, o yöne doğru usulca yürüdüm. Yanın vardığımda fark ettim ki otomobilin lastikleri yok. Çalmışlar! Hay Allah, dedim! Dünya sahiden de garipliklerle dolu. O hâlet-i ruhiye içinde dahi, insanoğlunun dünyaya olan tamahına güldüm. Nelere de tenezzül ediyorlar!.. “Geçmiş olsun!” dedim ve aşağıya doğru yürümeye devam ettim. Birden sevinçle çarptı kalbim! Orada açık bir kapı vardı ve civarında hiç kimse yoktu. Adımlarım hızlanırken, “Her işte bir hayır vardır! Deminki olay benim bu kapıyı fark etmeme sebep olacakmış!” diye düşünüyordum.
İçeride rastladığım ilk asansöre attım kendimi. Nöroşirurji servisinin olduğu kata çıkana kadar dilimden ve gönlümden duayı eksik etmedim. Odayı da kolayca buldum. Telefonda söyledikleri kadar ağırdı durumu, belki daha da fazla… İşte! Tanıyamamıştı beni! Gel-gitler yaşıyordu beyni! En nihayet “Faruk!” dediğinde ben sadece ağlıyordum… Duygularımla olan mücadelemi kaybetmiştim artık. Hastane üzerime geliyordu sanki. Kendisine refakat eden anneme bir şey söylemeden çıktım. Güneş yükselmiş, koca şehir uyanmış ve derdine derman aramaya gelenlerle dolmaya başlamıştı koca bina. Dış kapının önünde babamı gördüm. Kendilerinde kaldığı bir akrabamızla bekliyordu. Elini öptüm, birlikte Ulus’a doğru yürümeye başladık. Akrabamızla beraber beni teselli ediyorlar, her şeye hazır olmam yönünde telkinlerde bulunuyorlardı. Çok sevdiğim bu şehir bana öyle bir tablo çizmişti ki, her zerresi matem karası. Bakıyor, görmüyordum; dinliyor, duymuyordum…
Babam, dönmemi istedi. Birkaç güne kadar kendilerinin de döneceklerini söyledi. Akşam Malatya yolundaydım. Yüreğimde beslediğim son ümidim de Başkent’in ışıklarıyla birlikte yitip gitmişti.
Eve döndüklerinin ertesi gün, sabahın ilk saatlerinde o çok sevdiği Hakk’a yürüdü. Yüreğim yangın yeriydi ama inanmıştım: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!”… Babam namazını kıldırdı. Ağlayarak kıldığım ilk namazdı bu. Kabre varıncaya kadar gözlerimi tabuttan alamadım. Ya Rabbi! Ölüm kokan o cansız at bile sevimli görünüyordu bana! Varlığıyla tabuta bile bir güzellik vermişti. Ebedi Yurt’a giden ilk kapıda uğurladık onun Sevgili’ye…
Karşılıksız sevmeyi, ölümüne vefayı, şeksiz inanmayı onda gördüm. O benim her şeyimdi; her şeyimi borçlu olduğumdu. Bana insanlığı, kulluğu öğretendi. Yolbaşçımdı! O anneannemdi ama aslında anamdı, babamdı! Doğduğum dünyada, beni yeniden dünyaya getirendi! Ve bugün… Onu çok özledim!
Rabbimin rahmet ve mağfireti üzerine olsun…
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
1242
Yer
Diğer
18.5.2013
4
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
---
Kaynak
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
İslam Hukuku
|
11 yıl önce
Allah rahmetiyle muamele etsin inşallah
The Coolie
|
11 yıl önce
Allah rahmet etsin, okudum ve cidden duygulandım ne mutlu ona vefalı bir torun bırakmış
Faruk Korkmaz
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Yemek Şirketleri Farklılık Yaratır
Ali Erbay
1339 okuma
İki Telli Yemek Firmaları
Meltem Çalışkan
1444 okuma
Mimar Osman Özyurt
Suat Zobu
1669 okuma
Hadımköy Yemek Firmaları
Meltem Çalışkan
1410 okuma
Bepsaş’tan Abonelik Bedeli Vurgunu
İbrahim Balcıoğlu
2755 okuma
İlk Karne Hediyesi
Gizem Ünlü
1458 okuma
Sizi Çekemeyenler Anten Taksın
Ali Demiral
1475 okuma
Ek Gelir Imkani
Ahmet Karaböcek
1680 okuma
Asklarım
Hakan Aydemir
1233 okuma
Kadınlar Da Yönetir
Ali Demiral
1436 okuma
Yeni Açılan Bloğumuz
Tülay Gerçel
1199 okuma
Snood Ve Bere
Tülay Gerçel
1350 okuma
Kimse Kimsenin Efendisi Değildir....
Nurbanu Göksel
1976 okuma
Ölesim Var
Hayalet Melek
1189 okuma
Herneysen
Serkan Göç
1662 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi736/anneanneme
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap