Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Ayasofya Cami - İstanbul-(10.07.2020 )
Yazı Yaz
2428
3953
Makale
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
10.7.2020
0 yorum
600
okuma
Ayasofya Cami -10.07.2020
Ayasofya Cami 86 yıl aradan sonra Türk ve İslam Dünyasına Cami olarak ibadete açılmıştır.
24/11/1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 2/7/2020 tarihli ve E:2016/16015, K:2020/2595 sayılı Kararı ile iptal edildiğinden, Ayasofya Camiinin yönetiminin 22/6/1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 35 inci maddesi gereğince Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verilmiştir.
Böylece Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılmasının önü açılmış oldu. Danıştay'ın gerekçesinde, Ayasofya'nın Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olduğu, cami olarak toplumun hizmetine sunulduğu belirtildi.
Tarihi yarımadanın Tarih Benim diye haykıran muhteşem bir mimari eser. 916 yıl boyunca kilise, 482 yıl boyunca cami olan bu yapı aynı yerde yapılmış olan iki farklı kilise temelleri üzerine kurulmuştur. Bunlardan ilki Konstantin’in oğlu olan Konstantius tarafından 360 yılında yapılmış olan kilisedir. Bu kiliseye Megale Eklesia, yani, Büyük Kilise ismi verilir. İmparator Arkadius zamanında, M.S. 404 yılında çıkan isyanlar sırasında yanar. Arkadios’tan sonra tahta çıkan 2. Teodosius, yıkılan bu kilisenin yerine yeni bir kilise yaptırır. Bu ikinci kilise M.S. 532’ye kadar ayakta kalır.
M.S. 532 yılında İmparator Justinianus zamanında şehir halkı, huzursuzluk dolayısıyla büyük bir isyana başlar. Tarihte Nika Ayaklanması olarak geçen bu ayaklanma, neredeyse tüm şehrin büyük hasar görmesine neden olur.Kısa sürede şehri yeniden inşa ettiren Justinianus,bu iki Kilisenin temelleri üzerine Kudüs Süleyman tapınağı mimarisine benzetme yapılarak dönemin önemli mimarları Trallesli Antemius ve Miletli İsidoros’turu tarafından Şubat 532 yılında Ayasofya'nın yapımına başlanır.Bazelika örnekli bir sütunlu apsis ve büyük naos'lu iç-dış nartekslerden oluşan giriş kısmından sonra sağlı sollu kubbelere açılan iki koridorla tamamen Mısır piramitlerinden sonraki en yüksek ve görkemli mabetin mimarisini bu derece zor kılan, hatta yapımının imkansız olduğunun düşünülmesine neden olan temel özellik, dikdörtgen bir bina üzerine kubbenin yapılması planıydı.önce ana kubbeyi taşıyacak olan dört ana kemer yapılması gerekiyordu. Bu dört ana kemer kubbeyi taşıyacaktı; ancak kemerler kenarlarda boşluk kalacak karelerken, kubbe yuvarlak olacaktı. Bu da kubbenin tam anlamıyla desteklenmesine engel olacaktı. Dolayısıyla kemerleri boş olan kısımlarına, ters üçgen şeklinde bingiler (pendentive) inşa edildi. Böylece kubbe dengeli bir şekilde desteklenmesi sağlandı.Fakat ihtimaller üzerine Kuzey ve Güney kemerleri ana yarım kubbelerle ve her bir yarım kubbenin üç yarım kubbeyle desteklenmesi fikrine iki mimar'da yoğunlaşmıştı. Ancak ana tapınma alanının (Naos’un) dikdörtgen biçiminde olması hedeflendiği için, Doğu ve Batı kemerlerinin yarım kubbelerle desteklenmesi mümkün değildi. Bunun yerine binanın doğu ve batı tarafındaki koridorlarda, ana kemerlere 90 derece kemerler inşa edilip koridorun bir destek işlevi görmesi sağlanacaktır.Justinien neden dikdörtgen bir yapıda ve kubbede ısrar etmiştir? Daha önce söylediğimiz gibi Ayasofya, mimarisi içerisinde çok güçlü sembolizm içerir. Bu sembolizmi ikiye ayırabiliriz. Politik sembolizm ve ruhsal sembolizm diye adlandırılsada Dikdörtgen bina olmasının nedeni Süleyman Tapınağı’nın şeklinin dikdörtgen olmasıdır. Ayrıca ilk Hristiyan kiliselerinin mimarisi de dikdörtgen baselikalardı. Kubbe bir Roma icadıdır. Roma’daki Pantheon pagan Roma İmparatorluğu’nun en önemli tapınağıydı. Buradan Hristiyanlığın Musevi temellerini binanın şeklinde, Roma temellerini de kubbede görebiliriz. Ayasofya bir nevi Yeni Pantheon olmuştur.Fakat Ayasofya da bu şekilde üç ana bölümden oluşuyor olsada. Dış Narteks, İç Narteks ve Naos (En Kutsal Alan). Planlarda da görebileceğiniz üzere alanların boyutları tam anlamıyla birbirine zıttır.Süleyman Tapınağı’nda dış avlu en geniş alanı oluştururken, Ayasofya’da ise en küçük alan olarak görünüyor. Süleyman Tapınağı’nda Kutsal Alan biraz daha küçük bir alan oluştururken, Ayasofya’da rahiplerin hazırlık yaptığı İç Narteks biraz daha büyük bir alan oluşturur. Kubbeye baktığımızda yuvarlak bir şekil görürüz ve yuvarlak şekil, sonsuzluğu, ölümsüzlüğü sembolize eder. Kare ya da dikdörtgen de sınırları sembolize eder. Ayasofya bu ruhsal sembolizmini yine Süleyman Tağınağı’ndan alır. Kudüs’teki Süleyman Tapınağı Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nın bulunduğu, Tanrı’nın halkıyla bir arada yaşadığı, yerin ve göğün birleştiği yerdi. İlk günahla birlikte Tanrı ve İnsan, Yer ve Gök arasında bir ayrılık oldu. Aslında Kutsal Kitap’ta sürekli bir vaat vardır: Göksel egemenlik ile yeryüzünün egemenliği birleşecekti. Yeni Antlaşma’da Matta 6:10’da Rab’bin Duası’nda da şöyle yazar: “Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun.”. Dolayısıyla göğün ve yerin buluştuğu yer olması açısından Ayasofya önemli bir sembolizm içerir.Orijinal kubbeye baktığımızda kubbenin merkezinde İsa Mesih’in tahtından aşağı baktığı bir mozaik vardır. Kubbenin kemerlerle birleştiği üçgen bingiler üzerinde Serafimler bulunur. Bu sahnede Yeşaya Peygamber (M.Ö. 6.yy) evrenin yaratıcısı ve kralı olan Tanrı’yı tahtında gördüğünde, tahtın etrafında dört Serafim vardı. (Yeşaya 6) Serafimler altı kanatlı ilahi yaratıklardır. Tanrı’ya en yakın yaratıklar olmaları dolayısıyla, O’nun dayanılmaz kutsallığı karşısında iki kanatlarıyla ayaklarını örterken, diğer dört kanatlarıyla da yüzlerini örterlerdi.
Kiliselerde sunağın olduğu yere, Apsis, denir ve kilisenin en kutsal bölgesidir. Bu bölge Katolik, Ortodoks, Anglikan kiliselerinde doğuyu gösterir. Ayasofya ise tamamen farklıdır. Ayasofya’nın Apsis’i güneye dönüktür. Bunun nedeni, Yeni Yeruşalim’in Yeni Tapınağı olması dolayısıyla Kudüs’e dönük olmasıdır.Ayasofya inşa edildiğinde kadın ve erkeklerin ayrı oturmaları çok önemliydi. Bundan dolayı erkekler ibadet sırasında ana ibadet alanında bulunurken; kadınlar üst galeriye çıkarlardı. Üst galeriye çıkışta merdiven değil; rampa bulunur. Bu rampanın 2 temel amacı vardı. Birincisi, inşaat sırasında malzemeleri el arabalarıyla hızlıca üst kata ulaştırmak. İkincisi de İmparatoriçe ve önemli ailelerden gelen kadınları taşınarak üst galeriye kolaylıkla çıkabilmelerini sağlamaktır.
Üst galerideki en önemli alanlardan biri de Sinod salonudur. Sinod, kilise üst yönetiminin dini konularda toplantı yapıp karar aldıkları bir salondur.
Sinod salonunun içinde duvarda muhteşem bir mozaik panel vardır. Bu parça mozaik sanatının en önemli eserlerinden birisidir. Mozaiğin ismi Deesis’tir ve üç kişiden oluşur. Bu üç kişiden ortadaki, Rab ve Kral olan İsa Mesih’tir. İsa Mesih’in sağında annesi Bakire Meryem yer alır. İsa Mesih’in solunda ise Vaftizci Yahya bulunur. Deesis, dua ve yakarış anlamlarına gelir.
Bu mozaiğin teması son yargı günüdür. İsa Mesih son yargı gününde dünyayı yargılayacaktır. Bu sahnede Bakire Meryem ve Vaftizci Yahya, insanları günahlarının bağışlanması için İsa Mesih’e dua etmektedir. İsa Mesih çarmıhtaki harika fedakarlığını bir seferde ve herkes için vermiştir. Bu olağanüstü zaferde zaman sınırı yoktur; çünkü O, zamandan ve mekandan bağımsız bir Rab’dir. Bu mozaikteki mesaj da bu düşünceyi destekler. İsa Mesih’e son yargı gününde dua eden kişiler rast gele seçilmemişlerdir. Bakire Meryem ve Vaftizci Yahya’nın olması tam da bu mesajı vermek içindir.Vaftizci Yahya İsa Mesih’i müjdeleyen son peygamberdir. Bakire Meryem de iyi haberi duyan ilk kişidir. Vaftizci Yahya, Eski Antlaşma, yani Yasayı ve peygamberlikleri temsil ederken; Bakire Meryem, Yeni Antlaşma’yı yani yasanın ve peygamberliklerin tamamlanmasını temsil eder. Ayasofya Müzesi’nin çıkışında bir son bir mozaik vardır. 10. yy’da yapılmış olan bu mozaikte İstanbul’un kurucusu Konstantin ve Ayasofya’yı yaptıran Justinianus’un eserlerini bir maket şeklinde İsa Mesih’e adadıklarını görürsünüz.
Osmanlı Dönemi
İstanbul'un 1453'te Osmanlı Türkleri tarafından fethinden sonra, fethin sembolü olarak, derhal Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüştür. O sıralarda Ayasofya harap bir haldeydi. Bu durumu Kordoba soylusu Pero Tafur ve Florentine Cristoforo Buondelmonti gibi Batılı ziyaretçilerce betimlenmektedir. Ayasofya’ya özel bir önem veren Fatih Sultan Mehmet kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini emretti, fakat adını değiştirmedi. İlk minaresi onun döneminde inşa edilmiştir. Osmanlılar bu tür yapılarda taş kullanmayı tercih etmekle birlikte minarenin hızla inşa edilebilmesi amacıyla bu minare tuğladan yapılmıştır. Minarelerden biri de sultan II. Bayezid tarafından eklenmiştir. 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman fethettiği Macaristan’daki bir kiliseden Ayasofya’ya iki dev kandil getirtmiştir ki, günümüzde bu kandiller mihrabın iki yanında yer alırlar.
II. Selim döneminde (1566–1574) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiğinde, bina, dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye edilerek, son derece sağlamlaştırılmıştır.Günümüzde binanın dört tarafındaki toplam 24 payandanın bir kısmı Osmanlı dönemine, bir kısmı Bizans dönemine aittir. Bu istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya iki geniş minare (batı kısmına), hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesini (güneydoğu kısmına) eklemiştir (1577) III. Murat’ın ve III. Mehmed’in türbeleri ise 1600’lerde eklenmiştir.
Gaspare Fossati tarafından yapılmış resim.
Ayasofya binasının içine Osmanlı döneminde eklenen diğer yapılar arasında mermerden minber, hünkar mahfiline açılan galeri, müezzin mahfili (mevlit balkonu), vaaz kürsüsü ve sayılabilir. III. Murad Bergama’da bulunmuş, helenistik dönemden kalma (MÖ IV. yüzyıl), "bektaşi taşı"ndan (İng. alabaster ) yapılma iki küpü Ayasofya'nın ana nefine (ana salon) yerleştirmiştir. I. Mahmud 1739'da binanın restore edilmesini emretti ve bir kütüphane ile binanın yanına (bahçesine) bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletti. Böylece Ayasofya binası, civarındaki yapılarla birlikte bir külliyeye dönüştü. Bu dönemde ayrıca yeni bir sultan galerisi ve yeni bir mihrap yapıldı.Ayasofya, 1910-1915 Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en ünlü restorasyonlarından biri sultan Abdülmecit’in emriyle İsviçre İtalyanı olan Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe Fossati’nin nezaretinde 1847 ile 1849 yılları arasında yapılmıştır.Fossati kardeşler, kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırdı ve binanın iç ve dış dekorasyonunu yeniden elden geçirdi. Üst kattaki galeri mozaiklerinin bir kısmı temizlendi, çok tahrip olanları ise sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi.Işıklandırma sistemini sağlayan yağ lambası avizeleri yenilendi. Kazasker Mustafa İzzed Efendi'nin (1801–1877) eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asıldı. Ayasofya’nın dışına yeni bir medrese ve muvakkithane inşa edildi. Minareler aynı boya getirildi. Bu restorasyon çalışması bittiğinde Ayasofya Camii 13 Temmuz 1849'da gerçekleştirilen bir törenle yeniden halka açıldı.Ayasofya külliyesinin Osmanlı dönemindeki diğer yapıları arasında sıbyan mektebi, şehzadeler türbesi, sebil, sultan Mustafa ve sultan İbrahim türbesi (önceden vaftizhane) ve hazine dairesi sayılabilir.
Müze dönemi
1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar arasında çeşitli restorasyonlar, kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozaiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi sayılabilir.Restorasyon sırasında Ayasofya'nın, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesi doğrultusunda, yapılış amacı olan kiliseye tekrar çevrilmesi konusunda fikirler ortaya atılmışsa da; bölgede yaşayan Hristiyan sayısının çok az olmasından dolayı oluşan talep yetersizliği, bölgede bu denli görkemli bir kiliseye karşı yapılabilecek muhtemel provakasyonlar ve mimarinin tarihi önemi gözönüne alınarak Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1 Şubat 1935’te ziyarete açılan müzeyi Atatürk 6 Şubat 1935 tarihinde ziyaret etmiştir.Yüzyıllar sonra mermer zemindeki halıların kaldırılmasıyla zemin döşemesi ve insan figürlü mozaikleri örten sıvanın kaldırılmasıyla da muhteşem mozaikler tekrar gün ışığına çıkarılmıştır.
Ve bugün 10.07.2020 Ayasofya Cami Türk ve İslam Dünyasının ibatetine açılmıştır.
Yazı : Tekin Gün
Tarih:10.07.2020
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
600
Yer
Makale
10.7.2020
0
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
#ayasofyacami
  
#istanbul
  
#ayasofyacami
  
Kaynak
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
Tekin Gün
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Saldırgan Bir Cilt Bakım Rejimi Başlat
Collin David David
1367 okuma
Aklın İflası!
Son Osmanlı
1353 okuma
İçimizdeki Yabancılar
Son Osmanlı
1348 okuma
Dr I Greams
Dr İ Greams Greams
1739 okuma
It Do Not Need: Tiny Kaşık İle Birlikte Gelir
Sophie Brown Brown
1408 okuma
Teknoloji'de Hayal Ve Merak Alemi
Mustafa Celep
1392 okuma
Sahip Olduğumuzu Sandıklarımız
Cumhur Ceylan
1308 okuma
Yeşil Savaşı!
Son Osmanlı
1554 okuma
Madalyon
Son Osmanlı
1277 okuma
Eğer Birini Seviyorsan
Tarık Tatar
1394 okuma
Oyun Bitti
Son Osmanlı
1548 okuma
1 Nisan Şaka Örnekleri!
Tarık Tatar
1346 okuma
Tarih Yazılıyor
Son Osmanlı
1600 okuma
Gereksiz Heyecan
Son Osmanlı
1484 okuma
Terör Koalisyonu
Son Osmanlı
1466 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi2428/ayasofya-cami--istanbul10072020-
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap