Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kadı Abdülcebbar
Yazı Yaz
644
4608
Dini Konular
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
11.4.2013
0 yorum
2483
okuma
Tam adı:
Tabakat kitaplarında “Kadı Abdülcebbar ” olarak anılan bu zatın tam adı; Ebu’l-Hasan Abdülcebbar b. Ahmed b. Abdullah el-Hemedani el-Esedadabi’dir. Mutezilenin Onu Kadılar Kadısı (Kadıyu’l Kudat) olarak adlandırılmıştır.
Kaynaklarda doğum tarihi hakkında ihtilaflar olup sahih bir bilgi yoktur. Onun Hemeda’nın güneybatısında yer alan Esedabad bölgesinde 320–325\ 932-937 yılları arasında ki bir tarihte doğmuş olması muhtemeldir.
Kadı Abdülcebbar’ın ailesi, çocukluk ve gençlik yılları hakkında da teferruatlı bilgilere sahip değiliz. Babasının hallaçlıkla meşgul olduğuna dair rivayetler vardır. Onun fakir bir aile içerisinde doğup büyüdüğü bilinmektedir.
İlmi hayatı:
Hayatının büyük bir bölümünü ilim tahsili ve eser tefli ile geçiren Kadı Abdülcebbar’ın fakir aileden geldiğini biliyoruz. Bu nedenle onun ilk tahsil hayatının Esedabad çevresinde yapmış olduğu muhtemeldir. İlk öğrenimine bölgesindeki hadis âlimlerinden dersler alarak başlamıştır. Bu dönemde itikatta Eş’ariyye’yi, fıkıhta Şafi[1] mezhebini benimsemişti.
346’da Basra’ya giderek burada Mutezili ekolünün âlimlerinden İshak İbrahim b. Ayyaş’ın derslerine katıldı ve ondan etkilenerek mutezile mezhebine geçti.
Bir süre Ebu Ahmet b. Seleme’den ders aldı. Ardından dönemin mutezili âlimi ve Hanefi hukukçusu Ebu Abdullah el-Basri’den ilim öğrenmek üzere Bağdat’a geçti.Ebu Abdullah ona “ben Hanefiyim sen de Şafii ol“ dedi.[2]
Kadı Abdülcebbar’ın yaşadığı dönemin siyasi manzarasını göz önünde bulundurduğumuzda –o dönem Büveyhi hanedanlığının iktidar olduğu bir dönem- Büveyhilerle Sünniler arasında ki çatışmalar göze çarpmaktadır. Büveyhiler itikaden mutezili-şia prensibini benimseyen bir iktidar olması hasebiyle özellikle Bağdat’ta Sünnilerle aralarında pek çok çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar çağın ilmi ve kültürel hayatında beklenen olumsuz neticeler olmamıştır. Bu dönem siyasi açıdan karışık ancak ilmi açıdan dinamik bir devirdir.[3]
Büveyhilerin meşhur veziri Sahih b. Abdad’ın dört yüz deve yükü tutan özel kütüphanesinin sadece katoloğunun on cilt olduğunu bildiren rivayet Kadi’nin bize nasıl bir kültür ortamında yetişip görev yaptığı konusunda söylememiz gerekenleri özetlemektedir.
Öğrencileri:
Abdülcebbar’ın ders halkasından istifade ederek yetişen pek çok âlim var. İbnü’l Murtaza ve Hâkim el-Cüşemi başta gelmektedir. Bunlar arasında Bara ekolünün son temsilcilerinden Ebu Reşit en-Nişaburi, Ebu’l Hüseyin el-Basri ( hocasının elUmed adlı eserine yaptığı el- Mu’temed adlı şerh ile bilinir) , İbn Metteveyh; Şerif el-Murtaza, Ebu Yusuf el- Kazvini gibi şahsiyetleri saymak mümkündür.
Eserleri:
Kâdî Abdülcebbâr'ın İslâmî ilimlerin çeşitli alanlarıyla ilgili altmışa yakın eserinin bulunduğu kaydedilmektedir. Ancak bunların büyük bir kısmının mevcudiyeti henüz tespit edilememiştir.
1.Müteşâbihül-Kur'ân. İki yazma nüshasına dayanılarak Adnan Muhammed Zerzûr tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1969).
2. Tenzıhül-Kurân ani'l-metain. Kur'an tertibine göre düzenlenmiş olup Kâdî Abdülcebbâr'ın hatalı kabul ettiği yorum ve tefsirleri incelediği eser, Râgıb el-İsfahânî"nin Mukad-dimetü't-tefsîfiyle birlikte yapılmış baskısı yanında (Kahire 1326, 1329) Beyrut'ta da neşredilmiştir
3. Teşbîtü delâili'n-nübüvve. Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı bilinen yegâne nüshasına dayanılarak Abdülkerim Osman tarafından yayımlanmıştır.
4. el-Muğnî fî ebvabi't-tevhîd ve'l-adl. Mutezile kelâmının günümüze intikal eden en önemli eseri olup yirmi ciltten oluştuğu tahmin edilen yazma nüshalarının ele geçirilebilenleri on altı cilt halinde neşredilmiştir. Eş-şer’iyat bu eserin 17. cildidir. Kadı Abdülcebbar eş-Şer’iyatta fıkıh usulüne ait eserlerini özetlemiştir. Bu nedenle fıkıh usulü kitabı olarak değerlendirilir.[4]
5. el-Muhtaşarü uşûli'd-dîn. el-Muğnî'de geniş olarak ele alınan konuların Sâhib b. Abbâd'ın isteği üzerine müellif tarafından özetlenmesiyle oluşan eseri Muhammed Amâre Resâ'ilü' adl ve't-tevhîd içinde yayımlamıştır
6. Fazlü'l-i’tizal ve Tabakâlü'l-Mutezile. Bazı kelâm konularının yanı sıra Mu'tezile ekolüne yöneltilen eleştirilere de cevap veren ve Mutezile ricali hakkında bilgi içeren eser, Fuat Seyyid tarafından Ebü'l-Kâsım el-Belhî(Kâ'bî) ve Hâkim el-Cüşemî'ye ait risalelerle birlikte neşredilmiştir.
7. el-Umed fıkıh usulüyle ilgili eserdir.
Kaynaklarda Kâdî Abdülcebbâr'a izafe edilmekle birlikte ona aidiyeti ve yayımda esas alınan nüshaların otantikliği konusunda şüpheler bulunan iki eser daha yayımlanmıştır:
a) Şerhu'İ-Uşûiri-Hamse. Mu'tezile'nin beş temel prensibinin ele alındığı eseri Abdülkerim Osman Kâdî Abdülcebbâr'a nispet ederek yayımlamışsa da (Kahire 1384/1965) Abdülcebbâr üzerine çalışma yapan Batılı araştırmacılar sözü edilen kitabın, müellifin ei-Uşûlü'l-hamse adlı eserinin Zeydî öğrencisi Kıvâmüddin Mankdîm tarafından yapılan şerhi olduğunu ileri sürmektedir,
b) el-Mecmîf ti'1-Muhît bi't-teklîi. Kâdî Abdülcebbâr'ın el-Muhît bi't-teklîf'me talebesi İbn Metteveyh tarafından yapılan şerhtir. Eseri eksik olarak Ömer es-Seyyîd ve Jean Jozef Houben (Beyrut 1965) KâdîAbdüicebbâr'a izafe edip yayımlamış, daha sonra kitabın II. cildini Daniel Gimaret ve Jean Jozef Houben İbn Metteveyh'e nisbet ederek neşretmiştir (Beyrut 1986).
Kâdî Abdülcebbâr'ın kaynaklarda adı geçen ve bir kısmının yazma nüshaları günümüze ulaşan diğer eserleri de şunlardır:
1. el-Emâlî fi'1-hadîş. Nüshalarının Yemen. British Museum ve Vatikan'da bulunduğu kaydedilen eser üzerinde Ebü'l-FazlŞemseddin Ca'fer b. Ahmed tarafından Nizâmü'l-kavâid ve takrîbü'l-murâd li'r-râ'id adıyla bir düzenleme gerçekleştirilmiştir.
2. el-Muctemed fî uşû-li'd-dîn. Müellifin el-Muhtaşar fî uşû-lü'd-dîni ile aynı eser olması muhtemeldir.
3. Risale (fi’l-kîmiyâ). Brockelmann ve Fuat Sezgin tarafından kaydedilen ve Hindistan'daki Râmpûr Devlet Kütüphanesi Haydarâbâd Âsâfiyye Kütüphanesinde nüshaları bulunduğu belirtilen eserin Kâdî Abdülcebbâr'a aidiyeti şüphelidir.
4. Mesele fi'-ğaybe. İsnâaşeriyye inancına göre on ikinci imamın ölmeden insanlar arasından ayrılıp gizlenmesini konu edinen risalenin bir nüshası Vatikan K-tüphanesi'nde bulunmaktadır.
5. el-Muhît fi't-tefsîr. Kaynaklarda hacimli bir tefsir kitabı olduğu kaydedilir
6. el-'Umed. Müellif ei-Muğnf'nin çeşitli ciltlerinde bu eserine atıfta bulunmuş Ebü'l-Hüseyin el-Basrîei-Muctemed fîuşûli'l-fıkhının önsözünde eseri şerh ettiğini bildirmiştir Şerhu'l-'Umed, Vatikan Kütüphanesi'nde mevcut bir nüshasına dayanılarak Abdülhamîd b. Ali Ebû Züneyd tarafından yayımlanmıştır.
7. en-Nihâye fî uşûh'l-fkıh. Müellifin bizzat atıfta bulunduğu eserlerinden olup kitaptan bazı pasajların Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin el-Mıftemed'mde yer aldığı bilinmektedir Fuat Sezgin'in, el-İhtilâf fî uşûli'1-hkh adıyla kaydederek başlığının el-îhtilâf beyne'ş-Şeyhayn olmasını muhtemel gördüğü ve bir nüshasının Vatikan Kütüphanesi'nde olduğunu belirttiği eser muhtemelen bu kitaptır.[5]
Fıkıh anlayışı:
Kendinden sonraki nesiller üzerinde derin izler bırakan Kâdî Abdülcebbâr'ın İslâmî ilimlere bütüncül bakışı sebebiyle fıkıh ve fıkıh usulü alanında da kelâm konularına yaklaşımının doğrudan sonucu olan önemli görüşleri vardır.
Fıkıh usulü alanında el-'Umed ve en-Nihâye fî uşûli fıkh adlı iki eser kaleme alan, ayrıca el-Muğnî'nin eş-Şer'iyyât adını verdiği bir fıkıh usulü konularına ayıran Kâdî Abdülcebbâr, kelâma dair diğer eserlerinde de yeri geldikçe fıkhın çeşitli meselelerine dair görüşünü açıklamıştır.
Eş-Şer’iyât'ta günümüze ulaşmayan ilk iki eserinden sık sık alıntılar yaptığı gibi bunlardan özellikle el-'Umed mütekellimîn ekolünün klasik dört eserinden biri sayılmış ve sonraki fıkıh usulü düşüncesini derinden etkilemiştir.
Onun fıkı usulu kitaplarının özeti olarak saydığımız eş-Şer’iyatt’ın ilk iki bölümü eksiktir. Kadı Abdulcebbar şeyhlerimiz dediği Mutezileden çokça görüş nakleder. Mutezile’nin itikadi ve felsefi ortak görüşü olan hüsün-kubuh ve salah-aslah görüşlerinin fıkıh usulüne yansımaları açısından önemli ir eserdir. Mevcut olan kısımlardan anlaşılan görüşler özetle şöyledir:
İnsanın eylemlerinin tümü zorunlu olarak Allah tarafından yaratılsaydı, insanlara teklifin ve teabbüdün bir manası olmazdı.
Allah’tan gelen çektiğimiz açılar hikmeti gereği güzeldir.
Delalet maslahata göre bazen hass, bazen amm olabilir.[6]
Kadı Abdulcebbar şeriatı akıl ile bilinemeyen alan olarak sınırlandırır. Akıl ile bilinen hükümleri şeriata izafe etmeye gerek yoktur, der. Güzelliği akıl ile bilinen hükümlerin nesh edilemeyeceğini söyler. Maslahatı akıl ile bilinemeyen dediği bazı şer’i hükümleri ta’lil edip onların değiştirilebilmesi noktasında bir açılım getiremese de, akıl ile bilinen konularda örnek almak doğru olmaz deyip, hukukta aklın önünü biraz daha açması önemlidir.
Kâdî Abdülcebbâr'ın fıkıh ve fıkıh usulüne bakışını delil anlayışı ortaya koymakta, delilleri hüccetü'1-akl, kitap, sünnet ve icmâ şeklinde dört başlık altında sıralaması aynı zamanda bir deliller hiyerarşisi anlamına gelmektedir. Müellif insan bilgisini zaruri ve müktesep olmak üzere iki kısma ayırır. Zaruri bilgiler insanın özel bir çaba harcamaksızın elde ettiği, müktesep bilgiler ise gayret gerektiren, delile dayalı bilgilerdir Bu ayırım, onun düşünce sisteminde önemli bir yeri olan akliyyât-şer'iyyât ayırımıyla da yakından ilgilidir. Akliyyât{makülât) ve şer'iyyât(sem'iyyât) alanları arasında bir öncelik-sonralık ilişkisi mevcut olup akliyyât önce gelir ve şer'iyyât ona ilâvede bulunur. Bu ilişki biçimi, esasen makülât alanına ait olan akli ve hüsün-kubuh meselesinde çok açık biçimde görülür.
Kâdî Abdülcebbâr'ın, iki temel inancın bulunduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi Allah'ın her yönden bir olması (tevhid), ikincisi insanın sorumlu bir varlık olmasıdır (adalet). Böyle olunca insanın özgürlüğü, onun sorumlu olmasının ön şartı olduğu gibi aklı da özgürlüğü ve sorumluluğu kavrama ve ilâhî hitabı anlamanın ön şartı olarak vahiyden evvel gelir. Akıl, diğer delillerin delil olarak teşhis edilebilmesi ve geçerli olabilmesinin ön şartı olarak anlamlı ve önemli olduğu gibi akıl tarafından teşhis ve kabul edilmiş olan diğer deliller de kendi alanlarında en az akıl delili kadar tayin edici bir önem taşır. Akıl din kurmaz ve din getirmez; ancak dinin anlaşılması ve yaşanması için gerekli olan esasları hazırlar. Bundan dolayı akıl ile sem' arasında hüsün-kubuh noktasında bir uyuşma bulunmakla birlikte sem, içinde taşıdığı unsurlar itibariyle hep akla uygun olmak durumunda değildir; hatta akılla çelişen unsurlar da İçerebilir. Aklın bu durumda vazifesi, kendi hükmüyle çelişse bile sübütuna kail olduktan sonra kendi hükmünü terk ederek semi kabul etmektir. Sem' kabul edildikten sonra akıl yine devreden çıkmaz; önce insanla sem' arasında irtibatı kuran akıl daha sonra da sem' ile hayat arasındaki irtibatı kurarken devreye girer. Bu seviyede aklın devreye girmesi kıyas ve ictihad deliliyle olur. Fıkıhtaki delilleri ele alış şekli hüsün-kubuh anlayışı ile doğrudan irtibatlı olan Kâdî Abdülcebbâr, esas itibariyle fiillerdeki iyilik ve kötülüğü onların insanla irtibatları içerisinde ortaya çıkan sonuçları, yani fiillerin bir tür kesbleri olarak görür. Bir fiil, insanlar tarafından zararlı kabul edilen bazı sonuçlar ortaya çıkardığı için zararlı olarak görülmekte, bu zarardan dolayı da ona kötü denilmektedir. Bu durumda kubuh, kendisinde var olan veya fiillerin aynen taşıdığı bir vasıf olmayıp insanlar açısından onun kazandığı konumu veya yeri belirtmektedir. Diğer bir ifadeyle hüsün ve kubuh bir tür nisbet meselesi olmakta, bunların nesnel varlığı tartışmasız olarak kabul edilmekle birlikte ontik durumları fiillerin dahil oldukları ilişki düzenine irca edilerek onların ahlâkî değerleri bu düzen içerisindeki yerlerinden hareketle belirlenmeye çalışılmaktadır. Buna göre hüsün ve kubhun akıl tarafından bilinebileceğini kabul etmek, bir fiilin dâhil olduğu İlişki düzeni içerisinde insan açısından ortaya çıkaracağı sonucun bilinebilmesi demektir.[7]
Kadı Abdülcebbar’a göre Hz. Peygamberin bir konuda maksadı zorunlu olarak biliniyorsa, bunun için lafızları aramaya gerek yokrur. Hatta ona göre, mana biliniyorsa, delil yerine geçsin diye lafızları aramaya çalışmak abesle iştigaldir. Çünkü maksadı bilmek, lafızları bilmekten daha önemlidir. Zaten lafızlar, mananın bilinmesi için konulmuştur.[8]
Kâdî Abdülcebbâr dilin mahiyeti, lafız -anlam ilişkisi konusuna ayrı bir önem verir ve bunu birinci delil olan Kur'an'ın anlaşılması sorununun bir parçası, hatta ön şartı olarak görür. Kur'an'da anlamsız herhangi bir şeyin bulunmadığı, onda mevcut her âyetin bir şeye delâlet ettiği hususunda herkesin görüş birliği içinde olduğunu söyleyen müellife göre lisanî ifadeler, taşıdıkları anlamları kendi başlarına belirtmekte yeterli değildir; çünkü öncelikle dil karşılıklı anlaşma neticesinde ortaya çıkmıştır ve bundan dolayı dildeki herhangi bir İfadenin mutlak veya tabii bir anlamından bahsedilemez.
Din kıyamete kadar geçerli olduğu İçin onun anlaşılması ve ona uyulmasının sahih bir yolu olmalı ve hayatla din arasında gerçek bir ilişki kurmanın herkesi bağlayıcı bir vasıtası bulunmalıdır. Bu vasıtanın icmâ olduğu kanaatini taşıyan Kâdî Abdülcebbâr] icmâı iki kısma ayırmaktadır. Bunlardan birincisi ammenin ve ulemânın birlikte ulaştığı İcmâdır ki müellif bunu tevatürle eş anlamlı olarak kullanmaktadır. İkincisi sadece ulemâ arasında oluşan ittifaktır. Bunun ön şartı ise ammenin bu konuda elde edilen bilgiye ulaşma imkânına sahip bulunamayışıdır. Bu şekilde gerçekleşen icmâ zorunlu ittibâı gerektirdiğinden bütün ümmetin ittifakı olarak kabul edilebilir
KâdîAbdülcebbâr, içtihadı aynen kıyas gibi dinin hayatla irtibatının kurulmasının zorunlu bir yolu olarak görür. Ona göre dinle hayat arasında irtibat kurarken de insanın karşısına üç ayrı seviyede delil çıkar. Bunlardan birincisi nas şeklindedir ve ilgili olduğu konu hakkında açık bir hüküm ifade eder. Burada tartışmasız bir şekilde delilin zahirine bağlı olarak hüküm verilir. İkincisi kıyastır. Hakkında hüküm bulunan bir şeyle hakkında açık hüküm bulunmayan bir şey arasında hükmün varlığına esas teşkil eden hususun (illet) ayniyeti tesbit edildiğinde birincisinin hükmü ikincisi için de geçerli kılınır. Üçüncü durumda ise nasta bulunan bazı emareleri dikkate alarak aralarında kıyası mümkün kılacak bir illetin bulunmadığı hallerde emarelere dayanıp bir hüküm vermektir ki burada emare, insanda bu konu hakkında bir zann~ı gâlib oluşturmayı sağlar. Bu zann-ı galibe dayanarak hakkında açık nas bulunmayan konulara dair bir hükme ulaşılır ki buna ictihad denilmektedir. İctihad bir taraftan insanın tabii bilme yollarından birisi, diğer taraftan dinle hayat arasında alâka kurmanın zaruri bir yoludur. Birinci ve ikinci alanlarda ihtilâf caiz olmazken üçüncüsü bir ihtilâf alanıdır ve bu alanda ihtilâf caiz, hatta gereklidir. Kâdî Abdülcebbâr bu anlamda her müçtehidin ulaştığı sonuç ne olursa olsun isabet ettiğini kabul eder.
[1] Tacuddin es-Subki; Tabakatu’ş-Şafiyeti’l-kübra
[2] İbnu’l-Murtaza; Tabakatu’l-Mutezile; s.119
[3] Şerafettin Gölcük; Kelam Açısından İnsan ve Fiilleri; s.18;İstanbul;1979
[4] Mutezile’de Hukuk Felsefesi; Kadı Abdulcebbar; çev: Dr.Yüksel Macit
[5] Dr. Metin Yurdakul; Son Dönem Mu’tezilesinin En Meşhur Kelamcısı Kadi Abdülcebbar
[6] Mutezile’de Hukuk Felsefesi; Kadı Abdulcebbar; çev: Dr.Yüksel Macit
[7] DİA;Kadı Abdulcebbar mad.
[8] Hüseyin Hansu; Mutezile ve Hadis;s.115 vd
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
2483
Yer
Dini Konular
11.4.2013
0
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
---
Kaynak
http://islamhukukusayfasi.blogspot.com/2013/04/fakihleri-tanyalm-18-kad-abdulcebbar.html
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
İslam Hukuku
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Kadınlar Adet Döneminde Neden İbadet Yapmaz?
İlim İrfan
1097 okuma
Şeytanın Tuzakları Nelerdir?
İlim İrfan
1102 okuma
Kalbi Temiz Olanlar Kurtulacak Mı?
İlim İrfan
1078 okuma
Cennette Kadınların Durumu Nasıl Olacak?
İlim İrfan
1073 okuma
Diş Eti Kanaması Abdesti Bozar Mı?
İlim İrfan
1259 okuma
Ye'cüc Ve Me'cüc Nedir?
İlim İrfan
1053 okuma
Cehennem Azabının Çeşitleri Nelerdir?
Myname isno
1142 okuma
Peygamber Efendimizin En Çok Korktuğu Şey
İlim İrfan
1184 okuma
Şeytan Ateşten Yaratıldığına Göre Cehennem At
Myname isno
1070 okuma
Çağımızın İmtihanı:İsraf
Myname isno
1102 okuma
Sadaka Verirken Nelere Dikkat Etmeliyiz?
İlim İrfan
1137 okuma
Son Okçular Tepesi
Ahmet Ali Çevik
1464 okuma
Cansız Varlıkların Da Ruhu Var Mıdır?
İlim İrfan
1283 okuma
Şeytanın Asıl Lanetlenme Nedeni Neydi?
İlim İrfan
1009 okuma
Hastalık Ve Musibetler Birer İmtihan Mıdır?
İlim İrfan
1092 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi644/kadi-abdulcebbar
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap