Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Suşehri Ovası
Yazı Yaz
673
3881
Memleket Yazilari
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
15.4.2013
0 yorum
2370
okuma
Endires Irmağı (Kösedağ), Sarıca ırmağı ve Akşar ırmağı Suşehri’nin güneyindeki dağlardan karların erimesiyle çoğalıp azalan ve Suşehri ovasını oluşturmak için can atarcasına koşturarak gelen ovaya inince dinginlenen ve Suşehri’ni Suşehri yapan hayat kaynaklarımızdır.
Karşıyaka Mahallesi ile kasabayı derin bir vadi ile birbirinden ayıran ve Beledüs Irmağı olarak da bilinen bu dere, geçtiği yerlere verdiği hayatiyet nedeniyle, Karşıbağlar, Başbağlar, Boloz bağları ve Derebağlar adlarıyla bilinen yemyeşil zümrüt mekânlar oluşturmuştur. Buralar eğrilce günlerinde ve sair zamanlarda insanlarımızın mesire yerleridir, gezip tozma yerleridir. Kuş sesleri ve ırmak çağıltıları arasında serin bir rüzgârın olduğu ağaç gölgeliklerinde yürümek stresten, yorgunluktan eser bırakmaz ve her şeye değer.
Karların kalkmasıyla bu bahçelerdeki yapılan gazel temizlemeleri, duvar ve çevre çit onarımları, su arkların elden geçirilmesi, süpürülen gazellerin yakılması; baharda yerlere dökülen dut, elma, erik, armut gibi meyvelerin ter-ü taze yenilmeleri ve buraların göze güzel görünmelerinin sağlanması içindir. Şimdilerde sahiplerinin terk ettiği bu bahçelerin bazılarının eski güzelliklerde olmayışı hazin bir şekil arz etmektedir.
Ahmet Kırca Albayım her yaz Suşehri’nde iken çok sevdiği Şemşeme ve dere bağdaki bahçelerimizi de dolaşır, ya da gezerken oralardan da geçer, hatta gurup iseler Şemşeme’deki cevizin altında beyaz su içerlerken beni telefonla arar. Ergül bil bakalım şu an neredeyiz? Artık alıştığımdan hemen derim, Abi zümrüt bir bahçedesiniz, kuş seslerini buradan duyuyorum. Doğru sizin bahçedeyiz ve cevizin de altındayız. Cevizden de alıyorum, (Ahmet abi der: O kadar ceviz gördüm ama sizin o suya dökülen ceviz var ya onun kalitesinde bir cevize şu gün oldu rastlamadım. O cevizin ince kabukluluğu, şekli, yemesindeki tad inan çok başka, der hatta bir keresinde Bostancı’da PTT Müdürü iken çantasında iki ceviz getirdi. Birini bana verdi. Bunu kendi malın imiş gibi ye, bakayım, dedi. Sonra getirdiği yeri söyledi. Özlemişiz. Yedim, teşekkür de etti idim.) helal edesin ha! Diye espri de yapar. Ben de abi ne demek tüm vereseler adına benden yana helal olsun. Dikip yetirenlerin, dibine su bağlayanların canlarına, ruhlarına gitsin. Afiyetler olsun. Bizlerden iyisiniz ki sık sık oraları şereflendiriyorsunuz, derdim. Bu mevkide bulunan “Delikli Mağara” ve hemen yanı başındaki Hakim Reş, Kara Hakim Cemal Kırca’nın “Yıldızlar” adlı uzun şiirinde “ağlayan kaya” olarak isimlendirilmiş “Sütlüce” adı verilmiş ve loğusa bayanların sütlerini arttıran iplik iplik süzülen su, içilmeye ve karşısındaki kedere su arkına su kaldırılan benti de seyrederek orada durup serinlemek, hazzı anlatılmakta ifadenin yetersiz kalacağı güzel mekânlarımızdandır.
Beledüs ırmağı taşkın zamanlarında bahçe kenarlarına da zarar vere vere kısmen hızlı akışla Çayırbaşı ve Suşehri’nin bundan önceki kuruluş yeri olan Bulahı’nın önünden geçerek Solak’a, oradan Sarıca çayırına doğru doğu istikametinde yol alırken güneyden gelen Sarıca Irmağı ile birleşir. Sarıca ırmağı da Gemin yaylalarının suyunu ovaya getiren deremizdir. Bu ırmak, Sarıca, Bostancık (Mişeknis), Yeşilyayla (Pürk), Eskişar gibi büyük ova köylerimizin hayat kaynağıdır. Buradaki Pürk’ün sekiz yüz yıllık su kanalından, yayınladığım kitapta da bahsetmiş idim. Sarıca Irmağı şimdiki Suşehri’ni Sivas’a bağlayan ve yıllar boyu kızıl elmamız gibi beklediğimiz Sivas’a ulaşımı dört saatten iki saate indiren yolumuz boyu uzanır. Kösedağ’ın doğu yamaçlarından Şaryeri mevkiinden kaynaklanır. Bu ırmağın Alabalık Florası çok mu çok beğenilirdi. Bir abimiz şöyle diyor. Yaptıklarımızı hatalı yapmakta üstümüze yoktur. Bu yol yeni denilecek zamanda yapıldı. Ne olurdu mühendisliği aşamasında bir ileri görüşlü uyarıp ta bu yolu 40-50 metre yüksekten, dağın yüzünden götürün deseydi. Niye diyeceksin? Hem rampa azalırdı, hem onlarca dere kenarı duvarlar, menfez köprüler yapılmazdı. Daha az maliyetle daha hızlı yapılırdı. Hem de en önemlisi bu alabalık florası, alabalık yuvaları, dere yatağı ve ırmağın doğal güzelliği bozulmazdı. Nerde o ileri görüşlülük! Çocukluğumuzda ne rengarenk balıklar tutardık. Şimdi hiçbirinden eser yok. Bir şeyi yaparken yerine asla koyamayacağımız başka bir şeyi bozmakta üstümüze yok, maşallah, diye sitemini dile getiriyordu, Hüsnü Yüzüak. Haksız mı? Yorum sizlerin.
Sırada daha deli dolu Akşar Irmağı var. Polat Deresi boyunca Buldur Irmağı ve Karacaören yaylalarından topladığı suyu aynı coşkunlukla Suşehri ovasına hayat vermek için koştura koştura kuzeye ovaya doğru getirir. Beydeğirmeni (Kirtanus), Esenyaka (Ağrakos), Yağlıçayır (Alamelik), Küçük Güzel, Büyük Güzel ve Akıncılar (Ezbider)’a kadar uzanan köylere hayat veren suyumuz olup halen bu görevini yürütmektedir. Buldur yakınlarına kurulmakta olduğunu öğrendiğimiz baraj, daha debisi dengeli ve yaz aylarında kesintiye uğramayan suyun ovaya muntazaman gelmesini sağlayacaktır ümidindeyiz. Hatip boğazı’ndan ovaya çıkan Akşar ırmağı, Esenyaka ile Küçük güzel arasındaki çaylık mevkiden geçerek şimdilerde yerinde olmayan Tapan Abbas köyü önünde Suşehri tarafından gelen Beledüs ırmağı ve Sarıca ırmağıyla buluşurdu. Beledüs ırmağı Solak önünden geçmeyi müteakip Sarıca çayırının alt kısımlarında birleşirlerdi. Bu Sarıca çayırımızda Derneğin ilk dönemlerinde Ankara Suşehri Derneğimizin sponsorluğunda Sarıca Dernek Başkanı Yalçın Aslan’ın da gayreti ile tatlı bir Cirit Şöleni seyretmiştik. Bu seyirde bulunan İstanbul Dernek yönetimimizdeki isimlerden duymuştum; Allah Allah, Suşehri’nde, hemen de yanı başında böyle 8-10 futbol sahası büyüklüğünde doğal çimli yemyeşil düzlük olsun ha, rüyamda görsem inanmazdım. Vallahi Ergül bey nice güzelliklerimiz varmış da farkında değiliz iyi mi?
Bu ırmağın Karaağaç’ın, Mişeknis’in, Zövker’in, Kömüştün’ün, Sıradur’un önünden yanından gayet aheste hiç acelesi yokmuş gibi kıvrıla kıvrıla akması görülmeye değerdi. Hele Büyük Güzel’in içinden akışı bambaşka idi. Bir anekdota konu da olmuştu. Değirmenci Sefer’in değirmen, karşısındaki onlarca kaz kümesleri, ördek kümesleri görülmeye değerdi. Suda gurup halinde yüzmeleri, köyün sokaklarında vakırdaya vakırdaya suya gitmeleri veya sudan dönmeleri, bambaşka güzelliklerimizdendi. Hele birisinde avcı Cücükçü Elaattin (Han) amcanın kümesine giren tilki hikayesi hala anlatılır durur.
Tilkinin biri bir yaz günü Cücükçü Elaattin amcanın kaz kümesine girmiş. Beyaz tüylü kazlardan oluşan bir kümes dolusu kazları boğarak telef etmiş. Kazların tüyleri etrafa öylesine saçılmış ki sanki kar yağmış gibi olmuş. Elaattin amca çok üzülmüş. Oturmuş kümesin başına hem üzülmüş, hem kızmış hem de söylenmiş. Ula Tilki, koca ovada bula bula da Cücükçü Elaattin’in kazlarını mı buldun? Buldun ama heç eyi etmedin, kıçına çok büyük bir düşman kazandın, diye yüksek sesle hayıflanıp durur imiş. Oradan geçmekte olan Hayri amca başkalarına durumu, Cücükçü kafayı yedi diye anlatmış. Ertesi gün Elaattin amca almış tüfeğini eline çıkmış tilki avına. Köye elinde beş tilki vurmuş vaziyette dönmüş.
Milattan Önce 2080 yıllarda bölgedeki Etilerin yerleşim yeri Kannuvaras olan bu bölgeyi Küçük Güzel’i ve Büyük Güzel’i geçen ırmağımız, şimdi ada olarak kalan kıraçlar bölgesinin arkasından kıvrılarak Tapan Abbas mevkiinde, bu köylerin oluşturduğu kavaklıklar, bükler arasında Akşar ırmağıyla buluşurdu. Bu büklerdeki veya kavaklıklardaki doğal böğürtlenler, ne kadar da albenili idi. Onlardan bakraç bakraç toplayıp eve getirmek, toplarken de elbiselerimizin, ellerimizin, ağzımızın kenarlarının kırmızılanması unutamayacağımız çocukluk anılarımız arasındadır.
Irmağımız daha da güçlenmiş vaziyette bir hilal çizerek Evliya Çelebi’nin de misafir kaldığı Tapan Ahmet’in beldesi Tapan Çifliği’nde kuzey batıya doğru hafif kavis yapar, döner, Tapan Çiftliğinin önünde Kareysar ırmağıyla birleşip gelen Kelkit Irmağına karışırdı. Kelkit artık daha güçlü, kuvvetli ve daha deli akar duruma gelmiştir. Asap (Olucak) köyünden bu manzaranın seyrine doyum olmazdı. Hele yine çocukluk günlerinden hatırlarım burada dönme dolap su çığrığı vardı. Irmaktan aldığı suyu dolaplar vasıtasıyla kenardaki kanalete döker, araziye sulama suyu sağlardı. Ozanlı önlerindeki Tönük köprüsü Kareysar’a bağlantımızın yapıldığı en önemli yoldu. Kareysar’la bağlantımız o zamanlar daha bir içten, daha bir canlıydı. Kız alış verişlerinden tutun da ticarete kadar, Kareysar’lı beş on esnafın Suşehri’nde Kareysarlı lakabıyla icrai sanat, icrai ticaret etmesine kadar diriydi. Kareysar’daki eski vilayetlik olgu ve kültürü Suşehri’nde oranın şeher olarak bilinmesini sağlamıştır. Hatta şehirli olgunluğu, Kareysarlı esnafların, alış-verişe giden Suşehrililer için “Şalvarı çuldan. Uçkuru kıldan. Çekilin yoldan, Endires Beğleri geliyor!” gibi bir dize ile onların bu şehircilikte henüz geride olduklarına ima ettikleri, onları böyle kabullenmenin daha doğru olacağı olgusunu sevgili abim, Atatürk’ü Suşehri’nde karşılayıp, uğurlayan, evinde misafir eden, Atatürk’ün ve şose yolun güvenliğinden sorumlu olan Mehmet Ali Efendi’nin torunu Baki Koçak amcamızdan duymuştum. Şimdilerde illik yarışı aramızı soğuttuğu gibi barajın devasa suyu da arayı iyice açtı, bu soğukluğa tuz biber oldu. Hatta ilçeler arası yeni yol da eskiye göre neredeyse iki kat mesafe olarak uzadı. Önceleri mesafe, 26 kilometre iken şimdilerde dolaşıldığı için 46 kilometreye çıktı.
Daha da coşkunlaşan ırmak, Yumucaktaş, Zıdana ve Güdeli’yi selamlayarak Arpacı önlerine gelir. Burada Tatar ormanlarından aşağı gelen Arpacı deresini de koynuna alır Çermiğin önündeki Ada Dedenin yedi yıl sol yanından, yedi yıl da sağ yanından aka aka Ağcâlı Köprüsüne, kemer köprüye doğru devam eder. Özellikle harman zamanı harmanlarını bitirenler, köylerden traktörlerle kafile kafile bu çermiğe bir panayır gibi, bir piknik gibi yıkanmaya, dinlenmeye, eğlenmeye gelirlerdi. Burası Karpuzlarıyla, mevsim meyveleriyle, yiyecekleriyle buraya piknikmiş gibi gelenlerle dolar taşardı. Yaşlılar, erkekli bayanlı ayrı olan bu iki odalı kaplıca suyuna girerler, gençler ise bu yedi yıl dediğimiz zamanlarda bazen hemen çermiğin dibinden akan Kelkit’te, diğer yedi yılda baya bir çakıllı kumdan yürünerek ulaşılabilen yerde serin akan Kelkit’te yıkanmanın keyfini çıkarırlardı. Suyun sıcaklığı ve kükürtü, ilk girenleri biraz rahatsız edermiş gibi olsa da vücut alışınca insanlara çıkılmak istenmez bir tad ve haz verdirirdi. Kış boyu kasılan vücutlar gevşer, özellikle yaşlılarımız iyi şifa bulurlardı. Geç saatlere kadar orada diğer gelen köylü, şehirli vatandaşlarla vakit geçiren insanlarımız, akşamüzeri evlerine vücutları gevşemiş, dinlenmiş vaziyette yine geldikleri traktörlerle tangır tungur geri dönerlerdi.
Kemer köprü, Ağcâlı köprüsü yapan mühendisin burada sıcak su var, burası oynaktır, deprem bölgesidir. Buradaki köprü makaralı olmak zorunda ki zelzelede kırılmasın, demiş ve iki ayağı arasındaki orta ayak ile üzerine gelen tabla bağlantısı arasına uzun silindirimsi demir makara koymuş, olası depremde kırılmayıp hareket edebilsin diye. Köprümüz, ince, dar, ancak bir arabanın geçebileceği, bir araba köprünün içindeyken diğerinin beklemek zorunda olduğu narin bir yapıdır. 40’lı yıllarda yapılmış. Güzel tarihi doku ihtiva eden ve yıllarca Tatar, Siviste, Arpacı, Turku, Koylasar ve Mesudiye taraflarına hizmet vermiş bir eserdir.
Çocukluk günlerimden hatırlıyorum. Suşehri tarafı girişinin hemen sağ yanı başında Orman Müdürlüğünün Domruk Deposu vardı. O zamanların kamyoncularının Ormandan domruk çekmeleri, onların geçim kaynakları idi. 960’lı yıllarda rahmetli babamın aldığı Çekoslavak malı Şteyr marka Türkçeleşmiş adı ile Çepel kamyonumuz, bu uğurda az yorgunluk çekmedi. Hatta bir keresinde Üzeyir’in Memmet, Fıramazlı İsa ve abim Engin’le ormanda büyük bir kaza geçirmişti. Abim ve arkadaşları hafif yaralarla kazayı atlattılar ama kamyon, hurdaya dönmüş vaziyette dereden çıkarılıp çekilerek kasabaya getirilmiş, kupadan, kasadan eser kalmamış vaziyette şaseden oluşan uzun bir enkaz gibi günlerce şimdiki parkın yerinde tamir yapılmak için bekletilmişti. Daha sonraları türlü zorluklarla yaptırıldı, yapıldı. Yine havalı kornasıyla ben buraya, Suşehri’ne aidim diyerek kah Erzincan Şeker Fabrikasına pancar çekerek, kah tarlalardan sap çekerek, kah sebzecilerce kiralanıp Kareysar, Koylasar, Ezbider, Gölova, Şerefiye halk pazarı günlerinde pazar pazar dolaşarak çalışmaya devam etti. Sebzeci Çürükçü Necmi, vazgeçilmez müşterimiz idi.
Tatar, Tatar Ormanı ve Ağcâlı Orman deposu deyince şu kıssamı da anlatmadan geçemeyeceğim. Çocukluk dönemlerimizde ormandan domruk çekmek aile işlerimizdendi. Cillop gibi açık mavi albenili kamyonumuzdan, Suşehri’nde biri bizde diğer biri de Mahmut Mutlu’da olmak üzere iki tane idi. Arabamız, tamirci Sisli Memmet Ustanın baş müşterilerindendi. Kamyon takviyesiz kara şanzıman model, narin çok da zora gelemeyen, kapıları önden açılan bir tip idi. Eksoz sesini ve kornasını çok çok uzaklardan tanırdık. Aha bizim kamyon geliyor, diye birbirimize haber verir, sevincimizi paylaşırdık.
Böylesi günlerdi. Tabi büyük abimiz Engin, kamyonun baş muavini ve aynı zamanda da bazen ve genellikle baş şoförüydü. Ben de 9-10 yaşlarımda muavin olarak bu orman domruk nakillerine araba ile gidiş gelişlere götürülüyor idim. Evde hazırlanan keteler, bişiler, meyve veya sebzeler, içecekler azık olarak yanımıza alınır daha güneş doğmadan, ezanlar okunma sıraları yola çıkılır, güneşin yükseldiği sıralar mesai saatleri başlangıcı gibi Tatar Orman Şefliği’nin önüne varılırdı. Doğuya cephe vaziyette yamaya yukarı konuşlanmış Tatar köyümüz, yükselen güneşi olduğu gibi kucaklar vaziyetteydi. Aşağı’ya Siviste, Karaağaç, Görede ve Arpacı’ya doğru bakıldığında görülen manzara, anlatılamaz güzellikte bambaşka idi. Orada kadim dostumuz Şeref abi de bize katılır, müsaade yazısı ve yükleme yerimiz bilgileri de alınıp ormanın içine doğru neredeyse bir o kadar yol daha gidilerek güneşin baya yükselme sıralarında yükleme sahasına varırdık. Eşek meydanında, Ala kavakta hazırlanıp yolun kenarına indirilmiş, soyulmuş belli bir boyda kesik tomruklar kasaya doğru uzatılan iki ince ağaca yuvarlanarak yanaştırılır, sonra domruğun beline dolanan urganı kasanın içinden diğer birinin çekmesi ile yuvarlaya yuvarlaya yükleme işlemini tamamlarlardı. Çocuk olduğum için görevim, onları seyretmek, lazım olan ufak tefek şeyleri getirip götürmek, yemeklerini açmak, toplamak, su getirmek gibi idi.
Günün birinde yüklenecek birkaç ağaçlık gurup yüklendi 100-200 metre ilerideki diğer gurup ağaçlar var onlar yüklenecek. Kamyonu ileri çekmek için abim ortalarda yok. Kamyonu ileri alabilecek araba kullanma bilgisi olan kimse de yok. Abim, diğer şoför arkadaşlarla ormanın içlerine doğru gitmişlerdi. Ara, bağır, seslen ulaşamıyoruz. Boşa bekleyip zaman kaybetmek ve geceye kalmak da işimize gelmiyordu. Hangi haleti ruhiyedeyim şimdi hatırlamıyorum ama sanki kendi kendimi görevlendirmiş kamyonu ileri çekmemin uygun olacağına karar vermiş idim. Önden açılan kapıyı açtım. Bindim. Şoför koltuğuna oturdum. Hala bir yerlerden abim çıkacak mı diye de sağa sola bakınıyordum. El frenini çekip vitesi boşa aldım. Üzerinde duran anahtarı hafif sağa çevirip kontağı açtım. Gaz pedalının yanındaydı marş butonu. Bu butona ayakla basmalı idim ki marş bassın. Ayak yetişmiyor, dikilerek olanca kuvvetimi toplayıp bastım. Bir iki gıv gıv ve hırnnn diye bir sesle o tatlı eksoz sesini duydum. Araba çalışmıştı. Şimdi sıra geldi birinci vitese takıp kamyonu ileri götürmeye. Hem yapacağım işleri zihnimde tasarlıyorum hem de yine sağıma soluna ayna yardımı ile de bakıyordum. Hala gelen giden olmayınca bu sefer debriyej pedalına var kuvvetle yüklendim, vites kolunu bana doğru çektim hafif bir lark sesi tamam vitese takıldı. Şimdi geriye yavaş yavaş pedaldan ayağı kaldırıp arabanın hereketini sağlamak kaldı. O geçmek bilmeyen saniyeler arasında bir de baktım araba yürüyor. Oh şükür deyip zoraki gördüğüm yola dikkatle yarı ayakta yarı oturur vaziyette bakarak aheste aheste ilerideki ağaç domruklarının yanına kadar vardım. Bu sefer fren ve debriyaja birlikte basarak arabayı durdurdum. El frenini çekip tel çubuk şeklindeki stop telini de çekerek arabayı stop ettirdim. Arabadan indim ama ayaklarımın, göğsümün titrer şeklindeki seyrimesini tomruk yükleyicilerinin, ula aferim, sözleri biraz olsun dindirdi. Bir süre sonra da kendiliğinden geçti gitti. Oradaki ağaçlar da yüklendi. Beklerken abimler geldi. Bu araba burada değildi, daha gerideydi sanki. Bu, buraya nasıl geldi, diye söylendi. Bende çıt yok. Söylediler ki Engin, kardeşin çekti, iyi ki de çekti. Biz de oyalanmadık. Bu arada yüklemeyi tamamlamış olduk. Kamyonlar yüklenir. Yükünü alan daha fazla gecikmeden Suşehri’ne gelmek için toparlanıp acı acı kornasını çalar orada kalanlara selamlar vererek toz duman arasında virajlardan kıvrıla kıvrıla gözden kaybolurlardı.
Arpacı köyü içindeki ırmaktan geçişimiz hep maceralı olmuştur. Derenin geçidinde köprü yok. Küçük bir bayırla dereye inilir, başka bir dar bayırla köyün içinden akan dereden çıkılırdı. Arabalar bazen lastik yarılarına kadar çıkan, bazen daha fazla olan bu sudan geçmek zorundadırlar. Bu anda da lastikler ıslanır, araba rampada patinaj yapar. Balatalar ıslanır, ıslanan balatalara da fren tutturabilmek ne kolay. Irmak zemini de düz olmadığından yükün de ağırlığı ile dikkat etmek zorundasın yoksa akis mi kestirirsin makas mı kırdırırsın o da bahtına. Suyu geçer geçmez arabanın gazına yüklenilir, hızlandırmaya çalışılır ki o hızla rampa aşılsın. Aştın ne ala, zaten dar yolda önüne bir hayvan çıkarsa veya yükün ağırlığından araba bayılır stop etme derecesine gelirse, o anda arkadan elinde takozla takip etmekte olan kahraman muavin, bu bazen 10 yaşlarındaki ben oluyordum, takozu hemen tekerleğin arkasına koydu iyi. Yok, koyamazsa, ırmağa geri üstün geri ve dengesiz vaziyette koca arabanın kayarak inişi ne fena olurdu. Çıkabilmek için yükü azaltıp hafif yükle çıkmayı müteakip kalan domrukları taşıyarak yeniden yükleme ve yola devam. Varın gecikmeyi siz hesaplayın. Vay gidi günler vay. Bu cefalı hayat mücadelesini veren şoför esnaflarımızdan hatırımda kalanlar, Berdoş Ali (Rahmetli Milletvekilimiz İsmail Aydınlı’nın babaları), Garip Ömer, Bezmi Pehlivanoğlu, Etem Yüzüak (Etem ağa), Tahtadelen Hikmet (Hikmet Gülümser), Pic Mahmut (Mahmut Mutlu), Semerci Ahmet (Sarıcalı Ahmet Aydın), Kürt Sefer, Boyalcalı Dursun,.. aramızdan ayrılanlara gani gani rahmetler diliyoruz.
Evet sevgili dostlar, çocukluk hatıralarım arasında kalmış bir seyir turunu sizlerle paylaştım. Umarım sıkmamışımdır, umarım lezzet almışsınızdır.
Selam, saygı ve muhabbetlerimle..
Ergül ŞİMŞEK
Suşehri Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Sekreteri
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
2370
Yer
Memleket Yazilari
15.4.2013
Sivas
2
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
---
Kaynak
http://www.susehri.com.tr/haber-769-Susehri-Ovasi.html
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
Faruk Cansu
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Dolma Takaz Ev Ne Ola Ki?
İbrahim Balcıoğlu
1639 okuma
Kazıkbeli Yaylası ve Yaşanan Çevre Felaketi…
İbrahim Balcıoğlu
2574 okuma
Avşa Adası
Zafer Barış
1791 okuma
İstanbul’Da Yaşamak Var Ya
Şehri İstanbul
1567 okuma
İslamın Kılıcı Trabzon Yollarında
Aytekin Takar
1650 okuma
Viranşehirde Bir Taziye
Eyyüp Azlal
1746 okuma
Ağladığı Yerin Arazisini Kendi Okuluna Verdi
Şehri İstanbul
1440 okuma
Teşekkürler Pegasus
Eyyüp Azlal
1415 okuma
Canım İstanbul
İstanbul Platformu
1877 okuma
Başarı
Bülent Acı
1452 okuma
Viranşehire Sağlık Yüksek Okulu
Eyyüp Azlal
1838 okuma
Suşehri Ovası
Faruk Cansu
2370 okuma
Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
Fatih Altunsoy
1596 okuma
Bayburt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Bayburt Portalı
1562 okuma
Bir gazinin hatıralarında Çanakkale’nin kahra
Mustafa Celep
2362 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi673/Susehri-Ovasi
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap