Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Yaz Deftere Bakkal Amca!
Yazı Yaz
825
4680
Memleket Yazilari
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
28.6.2013
0 yorum
1671
okuma
Kapısından girer girmez birbirine karışmış deterjan, hububat, kolonya vs kokusunu aldığımız; bir evin ihtiyacı olan gıda ve temizlik ürünlerinin hemen hepsinin bulunduğu; oyuncaktan ağrı kesici ilaca, kırtasiyeden şarküteri ürünlerine hatta tüpgaza kadar farklı seçenekleri bir arada sunan, küçük hacimli dev kültür değerlerimizdendi mahalle bakkalları. Belki de “Mahalle” kelimesini tamlayan en şık ifade de “Bakkalı” idi!
Sabah erkenden “Ya nasip!” denilerek açılan darabaların(kepenk) kulak tırmalayan sesi yankılanırdı sokaklarda ve akşamın geceye yürüdüğü saatlerde sokaklardan el ayak çekilinceye kadar açık kalırdı mütevazı rızık kapıları. Duvarlarda tabandan tavana kadar raflar, şeker ve hububat çuvalları, şarküteri ürünlerini ve gazozları muhafaza etmek için soğutucu, çift kefeli terazi, şekerleme kavanozları ve daha neler neler…
Geniş çerçeveli penceresi adeta vitrin görevi görüyordu. Çerçeve kenarlarında içerideki ürünlerden birer tanesi teşhir edilirdi. Tursil 76’lar, 250 gramlık Rize çayı paketleri, bulaşık deterjanları, filtreli ve filtresiz sigaralar (ki bunlardan Bafra, Bitlis, Birinci, İkinci, Üçüncü tamamen mazi oldu), oyuncaklar… Yok, yoktu yani bakkallarda! Talep edilen şey yoksa bile ya dün bitmişti ya da en sonuncusu biraz önce satılmıştı.
Haftanın belirli günlerinde sebze haline gidip meyve ve sebze getirerek dükkânın önündeki küçük tezgâhın üzerinde satışa sunarlardı. Manava göre “Bakkalın getirdikleri ıskarta!” idi ancak buna rağmen bakkalın satışları da fena değildi. “Çarşı ekmeği” ya da “açık ekmek” denilen pideyi fırınlardan almak mümkündü fakat şehir merkezindeki birkaç ekmek fabrikası dışında somun yapan iş yeri olmadığı için somunun mahallelerdeki adresi bakkaldı. Mahalle fırınından sipariş edilen pideler de fırına uzak kalan evler için bir kenarda müşteri beklerdi.
Bedford kamyonlara istiflenmiş tahta kasalarla gelirdi gazozlar. Araba yürürken, kasalar indirilirken hep o şıngır şıngır şişe seslerini duyardık. Mevsim ve Kayısı Kola gazozlarının yanı sıra Meysu meyve suyu, Kızılay ve Sarıkız maden suları Malatyalının tercih ettiği meşrubatlar olduğu için ekseriyetle bunlar getirilirdi. Meşrubatlar soğutucuya yerleştirildikten sonra boşalan kasalar, dükkân önü sohbetleri için biçilmiş kaftandı. Ters döndürüldükten sonra bir de üzerlerine gazete örtüldü mü, bu kasalar mükemmel oturaklar haline getirilirdi. Piknik tüpünde demlenen çaylar, “Hele bi gazoz içek!” diyerek ayaklanan bakkalın ısmarladığı gazozlar için de başka bir kasa sehpa görevini üstlenirdi. Esnaflar arası iddialı tavla turnuvaları da bu kasaların üzerinde yapılırdı. Türk zekâsının sonucu mudur, kasanın hizmet alanının genişliği midir bilmem ama “Önünde meşrubat kasasından oturak olmayan bakkalın bir yanı eksik kalmıştır!” diyebilirim.
Alışverişe gelen mahalle sakinlerinin, işten eve dönenlerin, “iki lafın belini kıralım” diyenlerin ayaküstü sohbet mekânları da bakkallardı. Bakkallar mahallenin tanışma, kaynaşma noktalarıydı bir yerde. İstisnasız olarak her gün bakkala uğrayan kişiler arasında selamlaşmayla başlayan yüz aşinalığı kısa zamanda dostluğa dönüşürdü. Mahalle maçı yapacak iki takımın oyuncuları top seçmek için bakkalda buluşur; topun yamuk olup olmadığını kontrol eder; maç sonrası içilecek gazozların siparişini de vererek arsaya doğru koştururlardı.
Her şeyden haberleri olurdu bakkalların! Kiralık ya da satılık ev arayanlar bakkala danışırdı. Mahalleye birileri taşınmışsa eğer, yeni komşuların “neyin nesi; kimin fesi” olduğunun öğrenileceği kişi bakkaldı. Hatta evlilik öncesi oğlan/kız hakkında araştırma yapanlar bile genellikle bakkaldan sorup soruştururlardı karşı aileyi. Bakkalın bu konudaki kanaati çok önemliydi! Müşteri ağı en geniş olan esnaf bakkal olduğu için mahalledeki herkesin ahvalini en iyi bilenler onlardı çünkü. Kimin oğlunun askere gideceği, kimin kızının gelin olduğu, kimin çocuğunu sünnet ettireceği; mahallede kimin vefat ettiği, mevlidin ne zaman okutulacağı… Hepsi ama hepsi bakkaldan haber alınırdı.
Mahallelinin nakit ihtiyaçları için başvurulanlar da yine bakkallardı. Eli sıkışan, acilen paraya ihtiyaç duyup da tedariki olmayanlar, “filanca gün vermek üzere” borç alırlardı bakkallardan. Çocuklar, kumbaralarında biriktirdikleri bozuk paraları tümletmek için “Bakkal Amca”larına ricada bulunurdu. Nakit yardımıyla mahallelinin bütçesine destek olan bakkallarımız özellikle uzak mahallelerde jeton ve otobüs bileti satarak önemli bir ihtiyacın karşılanmasına da imkân sağlıyorlardı. Merkez mahallelerde çok fazla ihtiyaç duyulmazdı bunlara; postane vardı, bilet satış gişeleri vardı…
Paranız olması şart değildi; “Maiş[1] alınca hallederiz!” denirdi. Kimse mağdur edilmez; istenenler verilir ve borç, artık buruşmaktan öte bir hâl almış olan veresiye defterine yazılırdı. Aybaşında alacak/verecek hesaplanır; küsuratlar dikkate alınmaz; karşılıklı hayır ve bereket dilekleriyle borçlar kapatılırdı. Malatya’nın mahalle bakkallarında her şeyi veresiye alabilirdiniz ancak sevginin, muhabbetin ve güler yüzün veresiyesi yoktu; onlar peşindi!..
Bazı zamanlar gazozun ya da plastik topun parasını da veremezdik bakkala; harçlığımız çıkışmayabilirdi. “Babamdan/annemden alır getiririm!” dememiz yeterdi istediğimizi almamız için. Buz gibi gazozlarımızı içmeden önce şişenin içine leblebi şekeri koyduğumuz; yetinmeyip başparmağımızla ağzını kapattığımız şişeyi çalkaladıktan sonra fışkıran gazozu içmeye çalıştığımız bakkal önü günlerini özlemediğimizi söyleyebilir miyiz?
Yetmişli yılların başında oturduğumuz Şeyhbayram ve Abdulgaffar mahallelerinde durum böyleydi. Ta seksenlerin sonuna kadar, “Çevreyolu’nun altı” diye tabir edilen mahallelerde de farklı bir durum yoktu. Aşağı yukarı yirmi yıl yaşadığım Kiltepe Mahallesi, evlerine gidip geldiğim arkadaşlarımdan dolayı karış karış bildiğim Çarmuzu, Melekbaba, Taştepe, Boztepe, Kaynarca, Kayalık, Kernek mahallelerinde de durum hep aynıydı. Bakkallar, bulundukları mahallenin muhtarları, din görevlileri kadar hatırlı kişileriydi. Fikirleri sorulur, sözleri dinlenir, kanaatlerine itibar edilirdi. Şeyhbayram Mahallesi’ndeki Bakkal Mesut Amca, Kiltepe Mahallesi’ndeki Çurttan, Moro’nun Ahmet, Dükkâncı Hacı, İbrahim Hoca, İncomar(İnce Ömer), Buğdacı(Buğdaycı) Osman… Henüz beş altı yaşlarımda ve ilkokul yıllarımda leblebi, leblebi şekeri, balon, top aldığım; mazinin sisleri arasında yüzlerini seçmekte hiç zorlanmadığım isimlerdir. Şüphesiz diğer esnafın da mahalle kültüründe çok müstesna bir yeri vardır fakat ürün yelpazesi çok geniş olduğu için her an, her yaş grubunun uğradığı bakkallar ilk sırayı almada en büyük pay sahibidir.
Kanımca bakkallar kadar olmasa da mahalle kültürünün önemli simaları arasında berberleri de zikretmek çok yerinde olacaktır. Çarşıda tıraş olmanın herkese nasip olmadığı o yıllarda her mahallede bir, bilemediniz iki berber vardı. Saçınız için model seçiminde pek fazla tercih yapmanız söz konusu değildi. Çocukların saçları üç numara kısa kesim veya alabulus kesilir; gençlerin saçları ense ve ön kısmı uzun olmak üzere favoriler kulak memesi hizasında kesilir; yetişkinlerin saçları ise genel bir düzeltme ile uçlardan kesilirdi. Saçı dökülen, yağlanan veya kepeklenen müşterilerin hepsine “yeşil sabun” tavsiye edilirdi. Klasik tıraş makinesi kullanılırdı berberlerde; elektriklisi henüz yapılmamıştı. Sakal tıraşı için Job, Nacet ve Perma-Sharp marka jiletten vazgeçilmezdi; sinekkaydının âlâsı bunlarla yapılırdı. Buradan hareketle İsveç çeliğinin kalitesi üzerine müşterisini bilgilendirmekten ve “Yahu, bizim memlekette her çeşit maden var da, bir jileti bile niye dışarıdan alırız?” demekten de geri durmazlardı berberlerimiz.
Müşterinin yaş grubu, mesleği, meşguliyeti ne ise berberin açtığı sohbet konusu da oydu. Siyaset, spor, müzik, belediye hizmetleri başta olmak üzere akla gelen her konu başlığı berberlerin uzmanlık alanıydı. 70’lerin son çeyreğinde mahallemizin emektar ustası Berber Hasan’ın, yirmi dakikada bitecek tıraşımı bir-bir buçuk saate çıkaran ve âdeta bir işkenceye dönüşen sohbetini unutmak mümkün mü? Saçımın bir tarafına makineyi vurduktan sonra dükkânında bulunan herhangi bir kitabı açarak okumaya başlar, bununla da yetinmeyip kendince yorumlamaya başlardı. İlmî altyapısı olmadığını gayet iyi biliyordum ama saygıdan sesimi çıkarmıyordum. Battalgazili olup da hâlen Kiltepe’de berberlik yapan kirvem Mehmet Enginar’ın Kışla Caddesi üzerindeki İstanbul Pasajı’nda bulunan berber dükkânı, çarşıda ilk tıraşımı olduğum yerdi; yıl 1981…
Sımsıcak, mis gibi açık ekmek almak için gittiğimiz fırında sıra beklerken ne sohbetlere kulak misafiri olurduk! Hele Ramazan ayında iftar öncesi bilik almak için bekleyen kalabalık, lafı harman ederdi ki sormayın gitsin! Çocuklar, iftar sonrası saklambaç oynamak için sözleşir; büyükler, teravihten sonra çayı nerede içeceklerini kararlaştırırdı. Gençler pek plân yapmazdı; “hele oruçlar açılsın ve bir sigara yakılsın”dı, ondan sonra karar vermek zaten kolaydı.
Büyüklerin muhabbetine girmek haddimiz değildi ama onlar mutlaka bizlerle de konuşur; derslerimizi sorar; babalarımıza selam söylerlerdi. Mahalle maçında veya herhangi bir oyunda kırılıp darıldığımız bir arkadaşla karşılaştığımızda aramızdaki soğukluk büyüklerin gözünden kaçmaz ve neden konuşmadığımızı sorarlardı. “Ayıp değil mi? Yakışır mı hiç?” diye iki tarafa da nasihat ederler, küskünleri barıştırmadan bırakmazlardı. Bayanlara ve kız çocuklarına ekmek sırası bekletmek ayıp sayılırdı. Kimin işi ne kadar acele olursa olsun eğer fırına giren bir bayansa “Buyur bacım! Sen bekleme hele!” diye sıra verilir; kız çocukları için de fırıncıya seslenerek, “Hanım kızı bekletme!” denirdi. Bugün olduğu gibi dün de centilmendi, delikanlıydı, asildi Malatya’nın erkeği…
Kasaplar, terziler, kahvehaneler, manavlar, odun kömür ardiyeleri… Hepsinde ayrı bir anı; hepsi yeni bir dostluğa açılan kapı. Mavi ve beyaz önlükler giyen, kalemi her daim kulağının arkasında taşıyan, güler yüzlü, samimi, yardımsever mahalle esnafları. Bugün de varlar! Genellikle baba yadigârı olan mesleklerine bugün de devam ediyorlar. Dev alışveriş merkezleri yükseldikçe, güneş değmiş kar gibi eridikleri halde ne kanaatkâr hallerinden ne de vefalarından taviz veriyorlar. Sabah siftahını yüzüne sürüyor; dükkânını açmakta olan komşusuna bereket diliyor; akşam kepenklerini kapatırken, Allah ne verdiyse o günkü kazançları için “Çok şükür!” diyorlar.
Hani bir tabir vardır ya bizde: “Dışı seni, içi beni yakıyor!” diye. Söyleyen, sanki mahalle esnafı için söylemiş bu sözü. Her ne kadar ekmeğimizi, günübirlik öteberimizi hâlâ bu esnafımızdan alıyor olsak da; hâlâ mütevekkil ve mütebessim görünse de kaderine razı olan esnaf eski günlerin muhabbetine, sıcaklığına bir hayli özlem duyuyor. Hoş, hangimiz duymuyoruz ki?
Bozuk para olmadığında para üstü yerine sakız veya şeker veren bakkallar, ekmeğinin kokusu bir sokak öteden alınan fırıncılar; müşterisini uğurlarken “Kesene bereket! Allah daha çok versin!” demeyi düstur edinen bütün esnaf, mahallelerimizin zenginliğiydi. Sevinçlerimizi, dertlerimizi paylaştığımız, mahalledeki her hanenin doğal bir ferdi gibi benimsediğimiz güzel insanlardı onlar. Kentleşmenin getirdiği alternatif alışveriş merkezi seçenekleri onlarla aramıza fasılalar koymuş ve bizleri birbirimize yabancılaştırmış olsa da, onlar hep bizden biri olarak kalacaklar. Dün olduğu gibi bugün de, yarın da…
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Maaş, aylık.
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
1671
Yer
Memleket Yazilari
28.6.2013
Malatya
1
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
---
Kaynak
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
Faruk Korkmaz
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Bir Urfa da İstanbul’da Var Artık
Hayri Genç
2539 okuma
Seyyid Onbaşı
Mustafa Celep
1617 okuma
Şenliğin Kadırgalısı
Hayri Genç
1360 okuma
Giresun Günleri Yaklaşırken…
İbrahim Balcıoğlu
2400 okuma
Gökçeada'nın "Organik Ada" olmasına az kaldı
Mootol Türkiye
1514 okuma
Osmanlı İmparatorluğunda Kölelik
Fatih Altunsoy
1526 okuma
Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
Fatih Altunsoy
1608 okuma
TUNCELİ'NDE BAHAR MEVSİMİ,,,,
Orhan Topkaya
1470 okuma
Viranşehire Sağlık Yüksek Okulu
Eyyüp Azlal
1851 okuma
Teşekkürler Pegasus
Eyyüp Azlal
1427 okuma
Viranşehirde Bir Taziye
Eyyüp Azlal
1751 okuma
Avşa Adası
Zafer Barış
1803 okuma
Dolma Takaz Ev Ne Ola Ki?
İbrahim Balcıoğlu
1672 okuma
Yaylalar, yaylalar…
Bülent Şirin
3165 okuma
Kazıkbeli Yaylası ve Yaşanan Çevre Felaketi…
İbrahim Balcıoğlu
2586 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi825/yaz-deftere-bakkal-amca!
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap