Resimler
Videolar
Haberler
Yazılar
Replik Düplik
Kuruluşlar
Benim Dünyam
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kendilik Üçgeni
Yazı Yaz
961
5300
Akademik
Yorum Yaz
Yazdır
Tavsiye Et
11.2.2014
0 yorum
1690
okuma
Kendilik Psikolojisinin iki uçlu kendilik tanımı içersinde, bir uçta büyüklenmeci kendilik, diğer uçta ise idealleştirilmiş ebeveyn imagosu yatar.
Kohut (2006), her ne kadar net bir ayrım gözetmese de, kendiliğin gelişimi için gerekli olan büyüklenmeci kendiliğin daha çok anne ile, idealleştirilmiş ebeveyn imajınınsa daha çok babayla yaşantılandığını ifade eder.
Kohut’un yazılarında ben bu ayrımın nedenselliği üstüne direkt bir bilgiye rastlamadım. Bu yüzden burada, neden-sonuç ilişkisiyle çıkarsanabilecek bazı olasılıklara değinecek ve mümkün olduğu kadar bu olasılıkları temellendirmeye çalışacağım. Ancak bu temellendirmeye geçmeden önce Kohut’un, kendiliğin bu iki ucunun yaşantılandığı ebeveynlere yönelik gözlemlerine değineceğim.
Sorunun Sağlaması
Bir labirenti çözebilmenin en kolay yolu, bitişten başlayarak başlangıca ulaşmaktadır. Kohut’un hastalarıyla ilgili gözlemlerine dayanarak betimlediği iki uçlu kendiliğin çözümlenmesini de aynı labirent gibi sondan başa doğru yapmak bizi daha net sonuçlara ulaştırabilir.
Büyüklenmecikendilik imajının ve idealleştirilmiş ebeveyn imagosunun engellendiği durumları düşünelim. Engellenme bir sonuçsa, hangi koşullar altında oluşmaktadır? Patolojik anlamdaki sonuçlar bizi büyüklenmeci kendiliğe dönük yaşantıların daha çok anne ile, idealleştirilmiş ebeveyn imagosuna dair olanların ise daha çok baba ile bağlantılı olduğunu göstermektedir. Örneğin: Kohut’a göre annenin duygusal sığlığı (annenin tepkilerindeki güvenirlik ve eşduyumun eksikliği)büyüklenmeci kendiliğin oluşumunu engellemektedir (Kohut, 2004, sy. 71). Mesela, çocuğun yaşamının erken evrelerinde annenin depresif olması, çocuğun büyüklenmeci kendiliğe ait narsisistik-teşhirci yatırımları tedricen benine katmasını engelleyebilir. Çünkü, çocukluğun belirleyici evrelerinde çocuğun varlığı ve yaptığı şeyler anneden yeterince onay görmemiş, anneye haz vermemiş; hatta anne konuyu kendi depresifliğine getirmiş olabilir. Bu da çocuğun sağlıklı bir kendilik saygısı geliştirmesini engelleyebilir. (Kohut, 2004, sy. 240)
Bunun yanısıra, Kohut, bir hastasıyla ilgili gözlemlerinde, hastasının fetiş saplantısının temelinin anne ile ilişkisinde yattığına değinmiştir. Söz konusu kişi (Bay U.), çocukluğunda, gelişmekte olan bağımsız kendiliğinin sağlıklı teşhirciliğine ve büyüklenmeciliğine annesinin eşduyumu yanıtlar vermemesi sebebiyle bir örselenme yaşamış ve dürtü tatminine geri dönmüştür (2006,sy.77).
Annenin duygusal sığlığının yanı sıra baba da çocuğa eşduyum eksikliği ile yanıt verirse, hasar derinleşmektedir. Fakat baba kişiliğinin sınırları iyi belirlenmiş biriyse ve çocuğun kendisini idealleştirmesine, sonra da gerçek sınırlılıklarını saptamasına kendini geri çekmeden izin verirse, o zaman çocuk babasının etki alanına girmektedir (Kohut, 2004, sy. 72).
Şimdi de, kendiliğin iki ucunun anne ve babada farklı şekilde yaşantılanmasının olası sebeplerine geçelim.
Bebeğin Anneden Ayrışması
Anne karnında geçen 9 aylık bir süreç sonrası bebeğin dünyaya gözlerini açtığında çevresi ve kendisi hakkında optimal farkındalık düzeyine erişmesi kuşkusuz zaman alacaktır. Bu “yeni dünya”ya adaptasyon sürecinde ise bebeğin en yakınında olan kişi elbette onu kendi toprağında büyüten ve yeterli olgunluğa erişince yaşam kapısı görevini üstlenen anne olacaktır.
Mahler’e göre çocuğun hayatında yaklaşık 3-6 ay arası dönem “synbiotic” ortak yaşamsal safhadır. Bu sırada bebeğe göre annesi kendisinin bir parçasıdır ve birlikte tek bir dünya oluştururlar. Bu dönemin en önemli özelliği bebeğin annesiyle yaşamsal bağı kurmasıdır (akt. Mirci, 2000).
Bebeğin doğumdan itibaren bir kendilik geliştirme sürecine girdiğini düşünürsek bu sürecin ilk adımının bebeğin anne ile ilişkisi çerçevesinde şekilleneceğini varsayabiliriz. Kohut’un öne sürdüğü “büyüklenmeci kendilik” kavramı, ebeveynlerin “aynalama”sı sonucunda çocukta oluşması beklenen doğal bir imajdır. Çocuk aynalama yoluyla hayran olunan bir varlık olduğunu görmek ister (Kohut, 2004, sy. 41). Bu duyguyu ona verebilme potansiyeli en yüksek olan ebeveyn ise anne olacaktır. Çünkü aynalama yapması demek, aynı zamanda onun kendisinden ayrı olduğuna, dolayısıyla anneden ayrı bir kendilik oluşturacağına da işaretetmek demektir. Söz gelimi, bebeğin aynalama sonrası sahip olması beklenen düşünce “Ben mükemmelim, sen de bana hayransın” dır (Kohut, 2004, sy. 41). Buradaki sen ve ben ayrımının oluşabilmesi, aynı zamanda bebeğin anneden ayrışmasını gerekli kılar. Bebeğin mükemmel olduğuna dair algısı ise annenin bu süreçte yaptığı sağlıklı aynalamanın ürünüdür.
5-6 ay civarında çocuğun ayrışma (separation) ve bireyselleşme (individuation) serüveni başlar. Bebek ilk olarak elinin değdiği yerde anneyi kendinden ayrı bir varlık olarak algılamaya başlar. Böylece tensel farklılık psikolojik farklılaşmaya giden yolu açar (akt. Mirci, 2000). Bu farklılaşma, anne yeterli aynalamayı yaptığı zaman, sağlıklı bir büyüklenmeci kendilik imajı iles onlanır.
Oral Dönemde Anne ile İlişkiler
Fairbairn'e göre de bebek, doğumundan itibaren anneye karşı "çocuksu bağımlılık" (infantile dependence) içerisindedir. Anne bu durumda çocuğun bakıma muhtaç olması nedeniyle çocuk için tümgüçlü bir figürdür.
Fairbairn, anne-bebek ilişkisinde “Oral Dönem”in önemine değinir. Annenin bebeğin gereksinimleriyle ne kadar uyum içerisinde olduğu sonraki aşamalarda oral aşama denli önemli olmayacaktır (örneğin, Oidipal aşamadaki anne-çocuk ilişkisi fanteziden ibarettir ve bu fantezi oral aşamadaki gerçek ilişkiden türetilmiştir). Çünkü çocuk, diğer aşamalarda anneye bu denli bağımlı olmayacaktır. Demek ki, çocuğun kişilik yapısının en temel öğeleri oral aşamada yalnızca anne tarafından kurulmaktadır (Fairbairn, 2002).
Freud’a göre, oral aşamada anne memesinin bebek için haz kaynağı olduğunu biliyoruz. Nesne ilişkileri kuramına göre de anne memesi bebek için ilk nesne sayılıyor. Hatta Klein, paranoid-şizoid evredeki saldırgan dürtülerin bebek tarafından bu nesne aracılığıyla ortaya konduğunu ifade ediyor.
Şimdi en başa dönelim. Bebek için tüm güçlü olan bir anne, anneye ait olan fakat hem kontrol edilebilen hem de oral dönem sebebiyle haz veren bir nesne ve kendilik oluşumunu bir arada ele alalım. Bebeğin anne memesi üstünde kontrol sağlamak suretiyle (ve annenin bebeğin saldırgan tepkilerini doğru biçimde absorbeettiğini düşünürsek) aslında bir bütün olarak anneyi kontrol ettiğini düşünebiliriz (Sonuçta annenin canının yanması durumunda vereceği ters bir tepkiyi de bebek yalnızca meme tarafından reddedilme değil, bir bütün olan annetarafından reddedilme olarak alıyor.)
Bebeğin anne üstünde kontrol sağlaması ise zaman içinde omnipotansını geliştirerek oluşma sürecindeki kendiliğin, narsisistik yanını güçlendiriyor olabilir. Narsisistik yanın güçlenmesi ise büyüklenmeci kendilik imajına yapılan bir yatırım olarak ele alınabilir. Sonuçta bebek ne yaparsa yapsın anne tarafından reddedilmemektedir. Bu da “ben mükemmelim, sen de bana hayransın” algısını oluşturabilir.
Bebeğin Bütünlük Algısı
Her insan, önce iç bütünlüğünü kurmak sonra da dış dünya ile bütünleşmek ister. Bunu kendimizi anlamak ve geliştirmek için hem maddi hem de manevi olarak verdiğimiz seferberlikten anlamak mümkündür. Bu kendini tanıma süreci, iç bütünlüğü korumak suretiyle, dış dünyayı tanımaya yönelik birkapıyı da aralar ve bu iki durum üst üste binerek çakışık doğrular olarak hayatboyu devam eder.
Ben, doğumsonrası bebeğin, ilk hedefinin benzer bir şekilde önce kendi bütünlüğünü kurmak ve bu bütünlüğü koruyup çevreyle bütünleşmek olduğunu düşünüyorum.
Kohut, idealleştirilmiş nesne alanındaki gelişmenin daha çok başkalarına yönelik eşduyumda artışa yol açtığını, büyüklenmeci kendilik alanındakininse kişinin kendine yönelik eşduyumundaki artışı sağlayarak farkındalık kazandırdığını ifade etmektedir (2004, sy, 256).
Bebeğin doğum sonrası henüz anneden ayrıştığının farkında olmadığını düşünürsek anneyle kendisinin oluşturduğu yapıyı bir bireymiş gibi ele alacak ve kendiliğe dair ilk yatırımı bu yapı üstünden yapacaktır. Bu noktada baba ise ikinci bir bireydir, çünkü bebek anneden ayrışarak dünyaya gözlerini açmıştır. Bebeğin o dönemde kendi omnipotansı ve ayrışmasına dönük olarak harcadığı enerjiyi düşünürsek ve büyüklenmeci kendiliğin bu narsisizm üstüne inşa edildiğini göz önünde bulundurursak, bebeğin anneyle kurduğu ilişkinin kendilik yapılanmasının büyüklenmeci imajı üstüne daha çok yoğunlaştığını kabul edebiliriz. Bu süreçte “öteki” olan baba, yeni bir dünya ve bebeğin yeni dünyayla kaynaşmasındaki yeni bir hedef olacaktır.
Kohut (2006,sy. 146) bununla ilgili bir ifadesinde şunları söylemektedir:
“…çekirdek büyüklenmeciliğin büyükbölümünün çekirdek ihtirasların içinde bütünleşmesinin erken çocukluk döneminde gerçekleşmiş olması, çekirdek idealleştirilmiş hedeflerin büyük bölümünde sonraki çocukluk döneminde kazanılmış olması çok muhtemel görünmektedir. Aynı şekilde kendiliğin ilk bileşenlerinin genellikle asıl olarak kendilik nesnesi anneden alındığına, buna karşılık daha sonradan kazanılan bileşenlerin her ikicinsten ebeveynle de bağlantılı olabileceğine kesin gözüyle bakılabilir. “
Kohut’un da ifade ettiği gibi erken çocukluk döneminde daha çok büyüklenmecilik imajına yatırım yapılmakta ve bu yatırım anne aracılığıyla olmaktadır.
Ödipus ve İki Uçlu Kendilik
Freud, bilinçdışı yaşamda diğer cinsten olan ebeveyne ensest ve aynı cinsten olana karşı öldürücü öfke ve kıskançlık hayallerinin bulunduğunu ortaya koymuş ve buna ödipus kompleksi adını vermiştir (Freud, 2006).
Ödipal dönemin başlangıcında erkek ya da kız çocuğun en kuvvetli nesne ilişkileri annesiyledir: çünkü annenin çocuğun ruhsal dünyasındaki temsili diğerlerinden daha fazla libidoyla yüklüdür (bkz. oral dönem). Fakat Freud’un tanımladığı ödipal döneme girişte erkek ve kız çocukta bazı dengeler değişir.
Erkek çocuğun, anneye olan aşkı, annesinin tüm sevgisine ve bedenine sahip olma isteğinin reddiyle beraber annesine karşı kıskançlık ve öfkeye döner, bu da anneden kurtulma (onu öldürme) ve onun yerine baba tarafından sevilme isteğinin ortaya çıkmasına neden olur.
Freud’un bu teoremini Klein yaşamın ilk yıllarına taşır ve erkek bebek için anneden ayrılmanın nedenini, babanın bir bütün olarak sevgi ve nefret nesnesi olarak kaybedilmek istenmemesine bağlar (Klein, 1999).
Kohut ise, kendilik gelişiminin, özellikle erkek çocuklarda kendilik nesnesi anneden, kendilik nesnesi babaya doğru olduğunu ifade eder (2006, sy. 151) ve sağlam bir kendiliği Ödipus deneyiminin ön koşulu olarak görür ( 2006, sy. 181). Ancak Ödipus sırasında Freud’un da dediği gibi çocukta bazı dengeler bozulacaktır.
İki uçlu kendiliğin bir ucundaki idealize ebeveyn imagosunun erkek çocukta babaya dönmesinin sebebi, bu dönemin bahsi geçen kendi iç dinamikleri olabilir. Erkek çocuk, mükemmel olarak tanımladığı babaya yaklaşmanın bir yolunu dener (ki bu aynı zamanda babayla özdeşleşme biçiminde anneyi elde etmeye de uzanır). Bunun en ilkel yöntemi de babanın bir parçası olduğunu kabul etmekten geliyor olabilir. Bu sebeple bebek babaya yakınlaşır, onu idealize eder ve onun üstünden kendiliğini geliştirir. “Sen mükemmelsin ve ben de senin bir parçanım.” algısı böylece gelişmiş olur. Çünkü, mükemmel bir babanın parçası olmak, elbette, kişiyi mükemmel kılacaktır. Mükemmel olduğu müddetçe de anneye sahip olma şansı doğacaktır. Üstelik annenin parçası olduğu dönem anneden gördüğü olumlu ön kabulü ve sevgiyi, babanın parçası olursa ondan da görme ihtimali vardır. Dolayısıyla babanın parçası olmak hem sevgi hem de güç getirecektir.
Freud’a göre, kız çocuğun, penissiz olduğunu anlaması üzüntü yaratır ve bu da şiddetli utanç, aşağılık ve kıskançlık duyguları doğurur (bkz. penishasedi). Çocuk, kendisini penissiz doğuran anneye karşı öfke duyar. Bu kızgınlık ve ümitsizlikle sevgi nesnesi olarak babaya döner ve onun karşısında annesinin yerini almayı umar. İşte bu noktada, idealize edilmiş benlik imagosunun daha çok babayla yaşanmasının sebebi kız çocuktaki penis hasediyle bağlantılı olabilir. Kıskandığı değerlere sahip olan babaya yakınlaşmak ve onun bir parçası olmak, dolaylı yoldan da olsa bu eksikliği gidermenin bir yöntemi sayılabilir. Üstelik aynı erkek çocukta olduğu gibi, babaya yakınlaşmak babanın sevgisini de beraberinde getirecektir.
Kohut, ödipal dönemde, dönemle uyumlu olarak, babanın yaşatacağı bir düş kırıklığının üst benliğin idealleştirilmesini başlatacağını düşünmektedir (Kohut, 2004, sy, 52). Bu da bize, idealleştirilmiş ebeveyn imagosunun dönemsel sebeplerden ötürü babayla yaşantılanabileceğine işaret etmektedir. Sonuçta, Kohut’un da savunduğu gibi gelişmenin yönü kendiliğin aynalanan büyüklüğünden, kendiliğin ideal ile etkin biçimde kaynaşmasına, teşhircilikten röntgenciliğe doğrudur (2006, sy. 151).
İçgüdüsellik, Toplum ve İki Uçlu Kendilik
Her ne kadar toplumlar ve bölgeler arasında kültürel farklılıklar bulunsa da bebeğin bakımını ve çocukların yetiştirilmesini genellikle anne üstlenmektedir.
Paleolitik döneme ait kazılarda bile annenin çocuklara bakım vermek ve onları korumak gibi özerk görevlerinin olduğu bulgulanmıştır (Darga, 1984).
Kohut’a göre, kendilik nesnesi (anne) çocukta dokunma ve ya ses yoluyla temas kurar ve böyle çocuğun içinde bulunduğu dönemle uyumlu olarak, tümgüçlü kendilik nesnesiyle kaynaşma biçiminde algılayacağı koşulları yaratır. Çocuğun nüve halindeki ruhsal varlığı, kendilik nesnesinin oldukça gelişmiş ruhsal örgütlenmesine katılır; çocuğun kendilik nesnesinin duygu durumlarını sanki bunlar kendi duygu durumlarıymış gibi algılar (2006, sy. 82). Bu bize annenin bakım verme işlevini üstlenmesinin bile başlı başına büyüklenmeci kendiliği geliştirecek ilişkiyi bebekle kurmasını sağladığını gösterir.
Etrafımızdaki bir çok kadın “annelik içgüdüsü” adı altında sefkatimsi korumacı bir hisse sahip olduğundan ve bu hissin doğumla beraber artış gösterdiğinden bahseder. Bu durumun hormonlarla bağlantısı düşünüle durulsun,genetik bağlantılarla ilgili de bazı çalışmalar yürütülmektedir.
Çukurova Üniversitesi Tıbbi Biyoloji veGenetik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Demirhan’ın, yaptığı bir açıklamaya göre; doğum yapan annelerin dokularının yenilendiğinin yapılan çeşitli bilimsel araştırmalarla ortaya konulan önemli bir gerçektir. Demirhan, dokulardaki yenilemenin, annenin, bebeğinden aldığı kök hücreler kanalıyla gerçekleştiğini ifade etmektedir. Çünkü, kök hücreler, insan vücudunda bulunan ve her türlü vücut hücresine dönüşebilen ana hücrelerdir ve en fazla bebeğin kordon kanında bulunmaktadırlar. Demirhan, hamilelik sırasında hasarlı dokuların bebeğin kök hücreleri sayesinde onarıldığı, bu sebeple de bebeğin, doğduktan sonra da annenin vücudunda yaşamaya devam ettiğini ifade etmektedir. Bu yolla anne bebeğini kalbinde, karaciğerinde ya da beyninde yaşatmaktadır [1].
Anne-bebek birlikteliğinin tarihini ve annelik içgüdüsünün genetik bağlantılarını gözönüne alırsak, bebek ile anne arasındaki ilişkinin ne kadar iç içe geçmiş olduğunun da farkına varırız. Bu noktada da bebeğin kendiliğinin büyüklenmeci yanını geliştirebilecek aynalamayı daha çok ona en yakın ve onu en çok tanıyan ebeveyn olarak annenin yapmasını bekleyebiliriz. Üstelik, annenin içgüdüsel ve toplumsal etkiler yoluyla bebeğine karşı tavırları da bebekten alacağı tepkiler açısından belirleyicidir. Örneğin, anne bebeğe sevgi dolu yaklaştığında ve bebeğin saldırgan dürtüleriyle doğru biçimde başa çıkabildiğinde bebeğe her koşulda sevileceğine ve kabul edileceğine dair bir mesaj verir. Bu mesaj da bebekte kendine yönelik “hayran olunası mükemmel varlık” algısının oluşmasını tetikleyebilir. Üstelik annenin bebeğine karşı bu olumlu ve şefkatli tutumu toplum tarafından da pekiştirilerek, davranışın devamlılığı sağlanacaktır. Çünküher halükarda bebeğe bakım verecek biyolojik donanıma sahip olan öncelikli olarak annedir ve toplum da bunu bilir ve destekler.
Baba bebekle anneye nazaran biraz daha mesafeli bir ilişki içerisindedir. Dolayısıyla babanın keşfi, bebekte bir adım sonrasına kalacaktır. Üstelik bazı kültürlerde-mesela bizim kültürümüz- babalar otorite figürü olarak kabul görmek adına enbaşından beri çocuklarından daha uzak olmayı seçmektedirler. Bu toplumca, çocuk eğitiminin bir parçası olarak kabul edilebilirdir. Ayrıca, babanın mesafeli oluşu, bebekte onay arayıcılık yoluyla, idealize ebeveyn imagosunun oluşumuna da zemin hazırlayabilir. Ne de olsa ulaşılmaz olan her zaman daha çekicidir.
Kohut’a göre (1966) , idealleştirilen narsisistik libido yalnız olgun nesne ilişkilerinde önemlibir rol oynamakla kalmaz, aynı zamanda, hem yaratıcılık terimi altında birleştirebileceğimiz önemli sosyo kültürel etkinlikler için gerekli olan libidinal enerjinin kaynağı olur, hem de bilgelik dediğimiz o çok saygın tutumun bileşenini oluşturur (akt. Kohut, 2004, sy. 51).
Bilgeliğin idealleştirmeyle bağlantısı bana, eski çağlara yönelik okuduğum bir bilgiyi anımsattı. Anadolu’da paleolitik dönemde kadının bebekle bağlantılı rolüne değindik, peki erkek ne yapmaktaydı? Darga’ya göre (1984) paleolitik döneme ait arkeolojik bulgular, özellikle yaşlı erkeklerin görevinin hikaye anlatıcılığı olduğunu ve bu sayede mevcut bilgilerin nesilden nesile aktarıldığını göstermektedir. Carl Jung’ın öne sürdüğü “kollektif bilinçdışı” kavramını göz önünde bulundurursak, bilgeliğin geçmiş yüzyıllarda erkekler aracılığıyla yayılması, belki de günümüzde bebeğin babayı idealize etmesinin altındaki içgüdüsel sebep olabilir. Tabii, evrensel bir değer atfedebilmek için birçok kültürde bugeleneklerin incelenmesi gerekmektedir.
Yaşamın Başında Var Olan Kendilik
Kohut, yaşamın başından itibaren var olan bir kendilik algısına karşı çıkmakta ve kendiliğin iki ucunun eşdeğer zamanlarda gelişerek süreç içinde bir “çekirdek kendilik” oluşturulduğunu ifade etmektedir (2006, sy. 90). Fakat, gene de, yeni doğmuş bir bebeğin kendiliğini, “iki paralel çizginin sonsuzlukta buluştukları noktaya tersten denk düşecek biçimde potansiyel bir kendilik” olarak görmektedir. Merkezi sinir sistemi yeterince olgunlaşmadan ve ikincil süreçler henüz oluşmadan önce var olan durumlar sözelleştirilebilir fanteziler (bu Klein’ın yorumudur) açısından değil, gerilimler açısından belirlenmelidir (Kohut, 2006,sy. 92).
Kohut’un bebeklikteki potansiyel kendiliğe dair görüşü, bana, bilgisayarlardaki açılamayan dosyaları hatırlattı. Örneğin, bir bilgisayara mpeg bir dosya yüklediğimizde, o dosyayı açacak program bilgisayarımızda yüklü değilse, mevcut programlar o dosyayı açamayacak ve bir nevi yok sayacaktır. Bu elbette dosyanın varolmadığını göstermez, yalnızca donanım eksikliği söz konusudur. Benzer şekilde, bebekler de henüz yeterli biyolojik donanıma sahip değilken bazı bilgileri ve yaşantıları benim şu an bilmediğim ölçüm birimleriyle saptıyor ve zihinlerine kaydediyor olabilirler. Yeterli donanıma eriştiklerinde ise bu daha önceden kaydettikleri dosyalar yeni öğrendikleriyle bütünleşiyor olabilir. Dolayısıyla ebeveynlerin bebeğe karşı tutumu daha en başından bebeğin var olan kendiliğini eviriyor olabilir. Bence, prenatal dönemle ilgili olarak bile bebeğin kendilik oluşumuyla ilgili bu tip çalışmalar yürütülebilir. Belki çekirdek kendilik hep vardı; fakat aynı bebeğin eklemleri gibi, en başında hassas, kırılgan ve üstünde oynanabilecek kadar esnekti.
Kendiliğin en başından beri var olduğunu düşündüğümüzde, anne karnındaki etkileşimler de önem kazanacaktır. Bu da aslında annenin halihazırda parçası olan bebeğin, annenin kendine yönelik özsaygısını da kendi özsaygısı gibi benimseyebileceğini gösterebilir. Mesela, anne şişmanladığı için kendini çirkin görüyor olabilir. Bu özsaygısındaki değişim ve mutsuzluk karnındaki bebeğe de yansıyor olabilir. Dolayısıyla, bebeğin büyüklenmeci imajına yönelik bir etkileşim anneyle bu şekilde de kurulmuş olabilir.
KAYNAKÇA
Darga, M.(1984). Eski Anadolu’da Kadın, 2. Basım, İstanbul: İstanbul Üni. Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Fairbairn,W.R.D. (2002). Psychoanalytic Studies of the Personality, New York:Routledge & Kegan Paul Limited.
Freud, S. (2006).Rüyaların Yorumu, 2. basım, (orijinal basım: 1900), İstanbul: ÖtekiYayınları
Klein, M. (1999).Haset ve Şükran, İstanbul: Metis Yayınları,
Kohut, H.(2004). Kendiliğin Çözümlenmesi, 2. basım, (orijinal basım: 1971),İstanbul: Metis Yayınları.
Kohut, H.(2006). Kendiliğin Yeniden Yapılanması, 2. basım, (orijinal basım: 1977),İstanbul: Metis Yayınları.
Mirci, S. E.(2000). Kişilik ve psikoterapiyazıları, 1. Basım, İstanbul: Alan Yayınları
[1] http://www.tumgazeteler.com/?a=2833669
Beğen
Beğenme
Tavsiye et
Rapor et
Yazdır
1690
Yer
Akademik
11.2.2014
0
kişi beğendi
0
kişi beğenmedi
Etiket
---
Kaynak
Yorum yapabilmek için
Üye Olun
veya
Giriş
yapın
Yeşim Selçuk
adlı kullanıcının
diğer yazıları
Kadınlar Küçük Şeylere Çok Önem Verirler
Kalem Kağıt
1392 okuma
Yalancıyı Yakalamak İçin 10 Teknik
Tarık Tatar
1147 okuma
Hata Ve Önemli Bir Formül
Kalem Kağıt
1243 okuma
Kimse Emir Almaktan Hoşlanmaz
Kalem Kağıt
1413 okuma
Şikayetleri Önlemenin En Kolay Yolu
Kalem Kağıt
1275 okuma
22 Maddelik Hayat Dersi
Kalem Kağıt
1069 okuma
Nasıl İşbirliği Yapabiliriz?
Kalem Kağıt
1299 okuma
Karşınızdakinin Size Evet Demesini Sağlayınız
Kalem Kağıt
1266 okuma
Başkalarına Yanlış Düşündüğünü Yanlış Bir Şek
Kalem Kağıt
1265 okuma
Hayatınıza Işık Tutacak 12 Hayat Dersi
Kalem Kağıt
1094 okuma
İnsanları Yönetmenin Sırrı
Kalem Kağıt
1288 okuma
İlgi Uyandırmanın Yolları
Kalem Kağıt
1127 okuma
Karşınızdakini Rahatsız Etmeden Eleştirmenin
Kalem Kağıt
1389 okuma
Mutlaka Kusur Bulmak Gerekiyorsa
Kalem Kağıt
1189 okuma
Cahil İnsanların En Belirgin 10 Özelliği
Fani Dünya
1341 okuma
Birşeyler yaz
Sadece Ben
Bağlantılarım
B.Bağlantıları
Herkes
Yazıyı Mootol duvarına paylaşmak için
üye ol
veya
giriş
yap
http://www.mootol.com/Yazi961/kendilik-ucgeni
Adınız :
Gidecek E-posta :
Gönder
Tanıdıklarını haberdar etmek için
üye ol
veya
giriş
yap
Adınız :
Rapor nedeni :
Rapor et
Yazı içeriğini rapor etmek için
üye ol
veya
giriş
yap